15 Aralık 2017 Cuma

Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacaklarını ve Tel Aviv’deki ABD elçiliğini Kudüs’e taşıyacaklarını açıklaması, bazı ülkelerde gündem değişikliğine yol açtı. Bizim ülkemizde ise, gündem kökten değişti.

"KUDÜS BİZİMDİR" İDDİALARI!..
Hüseyin Şengül (*)
Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacaklarını ve Tel Aviv’deki ABD elçiliğini Kudüs’e taşıyacaklarını açıklaması, bazı ülkelerde gündem değişikliğine yol açtı. Bizim ülkemizde ise, gündem kökten değişti.
Bir yanda Reza Zarrap davası devam ederken, bir yanda Man Adası belgeleri iddiaları ortalığı sarmışken, Trump’ın açıklaması, Erdoğan’a can simidi oldu. 
Mısır’da televizyon spikeri maç anlatırken, rakip takımın çektiği müthiş şut, Mısır takımının kale direğine çarpar. Spiker, büyük bir heyecanla “yetişti imdada direk!” diye bağırır.
Mısır takımının imdadına nasıl kale direği yetişmişse, Erdoğan’ın imdadına da Trump’ın Kudüs’ü yetişti.
Yönetme sorunları yaşayan iktidarlar için artık bir klasik tarih normu haline gelmiş taktiğe göre sorunların üzerini örtmenin, muhalefeti etkisiz kılmanın veya toplumda oluşan birikimi boşaltmanın en kestirme yolu, dış meseleler çıkarmaktır. Sorunlar dışarıya izale edildiği ölçüde, çatışmanın konusuna göre ırkçılık, milliyetçilik, dincilik, büyük devlet, büyük millet gibi toplumun kolayca manipüle edileceği alanlar öne çıkarılır.
Kudüs özelindeki Filistin İsrail sorunu, taraflar için bulunmaz bir nimettir. İktidarlar için Kudüs, bu anlamda çatışma ekilen mümbit bir topraktır.
Erdoğan gerilim yaratmakta, gerilimden beslenmekte epeyi uzmanlaştı. Son olarak (ki, bu hiç de son olmayacak) Yunanistan ziyaretinde söyledikleri tarihin, uluslararası hukukun (örneğin Batı Trakya’da müftülük seçiminin Lozan ile hiçbir ilişkisi yokken, konuyu bu anlaşmanın bir cüziymiş gibi sunması) kafasını gözünü yarmış, hiç önemli değil; yeter ki ilişkiler ulusalcı ve İslamcı alanlarda köpürtülsün.
Burada asıl üzerinde durmak istediğim konu, Kudüs özelinde de görüldüğü üzere egemen güçlerin politikaları, kimlikleri kimlikçilik bataklığına sürerek oradan çatışma doğurmaları ve bunun üzerinden beslenmeleridir.
Her Filistin meselesinde ortalığı bir İslam dünyası söylemleri sarar. Filistin üzerinden siyasal İslamcılar için Yahudi düşmanlığı bulunmaz bir fırsat sunar. Artık neyse bu İslam dünyası söylemi, bunun pratikte ne iktisadi ne de siyasal bir karşılığı yok. O İslam ülkeleri ki ya kendi içlerinde ya da kendi aralarında birbirini öldürmekle meşguller.
Madalyonun diğer yüzünde ise İsrail sağcı politikacılarının işgalci ve ırkçı görüşleri, kendi toplumlarında ve Yahudi diasporasında karşılığını bulmakta.
Ne diyor İsrail Başbakanı Netanyahu: “Kudüs 3 bin yıldır bizim kutsal şehrimiz ve başkentimizdir.”
Netanyahu’ya ve böyle düşünenlere sormak gerekir; Kudüs örneğin 3 bin 10 yıl önce kimindi? Tevrat’ta bile yazar; İbrahim (Abraham) Peygamber bu topraklara geldiğinde, burada kent devletçikleri halinde yaşayan Kenanlılar, Filistinliler vardı. Filistinli (Tevrat’ta böyle geçer) dev cüsseli savaşçı Golyat’ı sapan taşıyla öldüren Davud, bir süre sonra Musevilerin/İsraillerin hem kralı hem de peygamberi oldu. Davud M.Ö. 967 yılında Kenanlıların adına Urşelim dedikleri Kudüs şehrini savaşarak aldı.
Ne diyor İslamcı kesimler; Kudüs 1.400 yıldır Müslümanların kutsal şehridir. Halife Ömer zamanında, 636 yılında Bizanslıların elinden alınan Kudüs, Müslümanlardan önce kimlerin şehriydi? 1.000’li yıllardan itibaren bu kez de Haçlılar bir süre şehri yönettiler.
Kenanlılar, İsrailliler, Romalılar, Sasaniler, Doğu Romalılar, Memluklar, Haçlılar, Eyyubiler, Osmanlılar, İngilizler…
Bir sosyal paylaşımda şöyle deniliyor: “Kudüs katil ve kahpe İsrail’in başkenti değildir. İslam’ın başkentidir.” Bu cümle gerek siyasal gerekse ahlaki açıdan sorunlu bir cümledir. Bunun gibi onlarcası var.
Tarihte halkların veya dinlerin coğrafyalarından hareketle o halklara veya dinlere bir ontoloji oluşturmaya kalkmak sübjektif tarihçilik, siyaseten güç dayatmacılığı ve toplumsal ilişkiler açısından da sorunludur. Geriye dönük bir orijinallik/otantiklik aramak ve buradan güncel politikalar üretmek hem boşuna hem de tehlikelidir. Yunus’un dediği gibi, “Mal sahibe mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi?”
Şimdi soralım Kudüs falan şehridir, filan şehridir diyerek siyasal İslamcı görüşle arkeolojik kazılar yapan dincilere ve milliyetçilere; İstanbul 500 yıl önce kimin şehriydi? 1453 yılında Kohstantinopolis Osmanlılar tarafından Bizans’ın elinden savaş yoluyla alınmadı mı? Bu tarihten itibaren Yunanistan’daki Megali İdea düşüncesinin altında ne yatıyor?  
Geriye dönük olarak coğrafya üzerinden dine ve etnisiteye varlık oluşturmaya çalışan her kimse, kendisinin de aynı çalışmanın hedefinde olacağını bilmesi gerekir. Sen Kudüs’e başkalarını yok sayarak İslam şehridir dersen, aynı mantıkla Yunanlar da İstanbul’a bizim Konstantinapol’ümüz derler. Netanyahu da aynı mantıkla “Kudüs 3 bin yıldır bizim başkentimizdir” diyor. Bu durum halkların değil, silah sanayinin, komisyoncuların, kamu kaynaklarını talancıların işine gelir!
Sorunlu iktidarların tuzağına düşerek böylesi kabile devletçi anlayışlara kapılmamak gerekir. Bugün kim nerede yaşıyorsa, orası onların vatanıdır.
Tarihte Kudüs’ün coğrafyasına hâkim olan birçok devlet, din, toplum var. Bunların bir kısmı yerli, bir kısmı işgalcidir!  Kenanlılar, İsrailliler, Romalılar, Sasaniler, Doğu Romalılar, Memluklar, Haçlılar, Eyyubiler, Osmanlılar… Bu anlamda Kudüs hem bunların hiçbirine ait değil hem de bunların hepsine ait.
Kudüs tek tanrılı üç din için kutsal bir kenttir. O Yeruşalim ki, İbranicede tanrının esenliği anlamına gelir, Yahudiler için en kutsal kenttir. Bugün Yahudilerin Süleyman Peygamber tarafından mimar Hiram’a yaptırdığı ancak Babiller tarafından 586 yılında yerle bir edilen meşhur “Süleyman Tapınağının” bugüne kalmış küçük bir duvar parçası önünde ağlamaları boşuna değil.
İsa'nın çarmıha gerildiği Golgota tepesinde inşa edilen 1.600 yıllık Kutsal Kabir veya Yeniden Doğuş Kilisesi’nin Hıristiyanlarca anlamı boşuna değil.  
Müslümanlar için Muhammed Peygamberin göğe yükseldiği, Halife Ömer’in inşa ettirdiği Kubbetüs Sahra ve Mescid-i Aksa’nın yer aldığı Kudüs’ün kutsallığı boşuna değil.
İsrailliler Kudüs bizimdir, bizim olacak derse…
Filistinliler, İsrail de kim oluyormuş, Kudüs bizimdir, bizim olacak derse…
Müslümanlar, Yahudiler de kim oluyormuş Kudüs bizim kutsalımızdır, İslam’ın başkentidir derse…
Bu iddiaların bir tek çözüm yolunu dayatır: Kim güçlüyse, Kudüs onundur!
Ancak bu dayatmacı ve şiddet içeren iddiaların dışında da çözüm yolları var. Yeter ki iktidarların ekmeğine yağ sürecek çatışmalı ortamdan uzak durulsun.
Kudüs, Kudüs’te yaşayanların şehridir. Kudüs, her üç tek tanrılı dinin kutsallık atfettikleri şehirdir. Taraflardan biri diğerini yok saymamalı ve üzerinde egemenlik kurmamalı. Bu son derece naif bir görüş, biliyorum.
İsrail’in Filistinliler aleyhindeki yayılmacı ve işgalci tutumuna karşı Müslümanlık slogan ve söylemleriyle değil, insan hakları açısından karşı çıkılmalı diye düşünüyorum.
Kudüs bizimdir demek yerine Kudüs, Kudüs’te yaşayan herkesin şehridir denildiği zaman
Kudüs kutsalımızdır demek yerine Kudüs, Kudüs’ü kutsal gören her inancın ortak kutsalıdır denildiği zaman…
İsraillilerin de Filistinlilerin de haklarının eşit ve ayırımsız savunulduğu zaman…
Yakın gelecekte olmasa da barışa bir yol açılır umudundayım. 
 * * *
Not: Kudüs’te az bir Yahudi nüfus olduğu, orada daha çok Müslüman nüfus olduğu şeklinde yaygın bir algı var. Bu yanlışlığı düzeltmek için aşağıda birkaç dönemin nüfus sayımını veriyorum. 
“Prusya Konsolosluğuna göre, 1845 yılındaki nüfus 16 bin 410 idi. 7 bin 120 Yahudi, 5bin Müslüman, 3 bin 390 Hristiyan, 800 Türk asker ve 100 Avrupalı bu sayıyı oluşturmaktaydı. 
“1922’den 1948 yılına kadar, şehrin nüfusu 52 binden, 165 bine ulaştı. Bu nüfusun üçte ikisi Yahudi ve üçte biri Arap’tır (Müslüman ve Hristiyan).” (www.mynet.com/haber/)
Aralık 2007 yılındaki nüfus sayımının sonuçlarına göre Kudüs’teki nüfus 747 bin 600’dür. Nüfusun yüzde 64'ü Yahudi, yüzde 32'si Müslüman ve yüzde 4’ü Hristiyan’dır. (HŞ/HK)
(*) Hüseyin Şengül
1957 Sivas Akpınar köyü doğumlu. Emekli. Evli ve iki oğlu var. “Sivas Akpınar’ın Yazısız Tarihi”, “Bir Gezi Bin Renk”, “Narın ve Şarabın Harında” (şiir), "Sisyphos'un Kaderi" adlı kitapları var.  Bir dönem 'Bizimkenthaber' adlı site dergisinde yayın yönetmenliği ve Gerçek Gazetesi'nde köşe yazarlığı yaptı. Gazetemistanbul'da yazıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder