29 Kasım 2016 Salı

"AVRUPA-TRUMP-RUSYA ÜÇGENİNDE TÜRKİYE" Yazan: Dr. Nejat Tarakçı Jeopolitikçi ve Stratejist

AVRUPA-TRUMP-RUSYA ÜÇGENİNDE TÜRKİYE
Dr. Nejat Tarakçı
Jeopolitikçi ve Stratejist
ntarakci@gmail.com
Giriş
ABD’de yeni başkan Trump, göreve başlamadan üç ay önce hem kendi ülkesinde hem de dünya çapında belirsizliklerin artmasına neden oldu. Bu belirsizlikler üç temel alanda yoğunlaşmaktadır.
·    Birincisi, Trump yönetiminin, FED ’de[1] dâhil olmak üzere çok uluslu şirketler, bankalar ve sigorta şirketleri vasıtasıyla dünyayı yöneten kısaca Finans Kapital Sistem[2] adı verilen oluşumla uyum içinde çalışıp çalışmayacağı,
·    İkincisi, yeni yönetimin NATO çerçevesinde Rusya tehdidine karşı Avrupa’nın güvenliğine sağladığı büyük oranlı katkının devam edip etmeyeceği,
·   Üçüncüsü, Çin’le olan ilişkilerde olabilecek değişikliğin Pasifik bölgesinin güvenliğini nasıl etkileyeceğidir
Türkiye ve Avrupa için öncelikli durum ikinci temel alanda bulunmaktadır.
ABD’nin Siyasi Yönetim Yapısını Etkileyen Kurum ve Faktörler
ABD, federal temsilcilerin bulunduğu iki meclisli başkanlık sistemi ile yönetilmektedir. Her iki meclis de iki siyasi parti tarafından oluşturulmaktadır. Sistem; güçlü, etkili ve bağımsız bir yargı erki tarafından denetlenmektedir. 240 yaşındaki ABD Devleti iç savaş, uzun süreli karışıklıklar sonunda bugünkü sisteme geçmiştir. ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ekonomik, askeri ve de kültürel alanda dünya liderliği yapmaktadır. Ülke 1929 ve 2008’de iki büyük ekonomik kriz yaşamıştır. Son krizin etkileri hala devam etmektedir. ABD içinde gelir dağılımı bozukluğunun yarattığı sosyal sorunlar giderek büyümektedir. Siyah beyaz ayrımı yeniden ivme kazanırken Latin ve İspanyol kökenli azınlıklar için de yeni ayrımcılık belirtileri gözükmektedir. 
Trump Nasıl ve Neden Seçildi?
Anketlerde geriye düştüğü haberlerinin ardından sürpriz bir şekilde Trump’ın seçimi nasıl kazandığı hala tartışılmaktadır. Tarihi ön bilgiler ve mevcut koşullar altında durumu analiz etmeye çalışalım. 1921’de kurulmasına rağmen Finans Kapital Sistemin bir türevi olan CFR (Dış İlişkiler Konseyi) 1980’li yıllardan itibaren Yahudi ve Rum lobileri ile birlikte, ABD yönetim sistemi içinde daha etkin olmaya başlamıştır. Bu bağlamda Kongre (Temsilciler Meclis ve Senato) ve Başkanlık seçimlerindeki rolleri geniş çevrelerce kabul edilmektedir. ABD yönetim sistemini ele geçiren bu yeni gücün siyasi alandaki etkinliğini inkâr etmek mümkün değildir. 1990’da başlayan baskıcı, dayatmacı, küresel ekonomik sistem sayesinde ABD ve İngiltere başta olmak üzere ülkelerin yönetimi, siyasilerden ziyade, çok uluslu şirketlerin eline geçmiştir. Bu şirketler, bugün de ABD ve AB içindeki önemli ülkelerin yönetimlerini etkileyebiliyorlar. Bunu eski ABD başkan yardımcı Al Gore 2013 de yayınlanan The Future adlı kitabında; şöyle vurguluyor. Dünyamızda devletlerin gücü de giderek iş, finans ve medya kuruluşlarının eline geçmektedir. Hükümetler kararlarını, politik partilerin ana finansman kaynağını oluşturan bu kuruluşların çıkarlarını gözetecek biçimde almaktadır.
Sayın Trump’ın oluşturmakta olduğu yönetim takımına bakıldığında ABD’nin Finans Kapital Sistem ve FED ile uyum içinde olacağı söylenebilir. Bu noktada esas senaryo değişikliğinin ABD’nin Ortadoğu’daki plan ve stratejilerinde olacağı kesin gibidir. Trump’a seçimde destek veren odakların beklentileri ne ölçüde karşılanabilecektir?  Bu yapılırken, Avrupa – ABD ilişkileri nasıl etkilenecektir? Trump Amerikalı bir iş adamıdır. Bu nedenle faydacı çözümlere ve net sonuçlara odaklanması beklenmelidir. Ancak bunu yaparken Obama’nın tersine askeri gücünü doğrudan ve daha etkili mi kullanacaktır, yoksa daha barışçı, daha tavizkar ve ittifakçı stratejiler ile çözüme mi odaklanacaktır? Bunu zaman gösterecektir.  Sistem, Clinton yerine neden Trump’ı tercih etmiştir? Bu sorunun cevabı önemlidir. Ve cevabın Obama’nın son sekiz yıldan bu yana Ortadoğu’da sürdürdüğü ve Clinton’un da seçildiği takdirde devam ettirmesi beklenen İsrail’e karşı politikaları ile ilgili olduğu görülmektedir. Bunlar;
·   İsrail’e daha temkinli yaklaşma,
·   Onların uluslararası hukuka aykırı uygulamalarına karşı çıkma
·   Uluslararası konularda açık siyasi destek vermekten kaçınma
·   Kudüs’teki yeni yerleşimlere ve Kudüs’ün başkent yapılmasına karşı çıkma
·   Gazze’deki şiddete onay vermeme
·   İsrail’in şiddetli muhalefetine rağmen İran’la nükleer anlaşmaya imza atma,
·   Filistin’in bağımsızlığını destekleme
·   Ortadoğu’da doğrudan askeri güç kullanmaktan kaçınma vb. gibi sıralanabilir
İsrail Neden Vazgeçilmez Bir Ülke?
İsrail, Yahudi lobisinin önemli derecede kontrol ettiği Finans Kapital Sistem sayesinde gelmiş geçmiş tüm ABD yönetimlerince kayrılmış ve özel bir ittifak bağı ile korunmuştur. Emperyalizm üstü bu kuruluşun siyasi etkisi devam ettiği sürece İsrail’in ABD nezdindeki bu ayrıcalığının devam edeceği söylenebilir. İsrail, ABD’den karşılıksız mali yardım alması yanında, özellikle savunma sanayi alanında ileri teknoloji transferi yapılan tek ülkedir. Önümüzdeki on yılda İsrail’e 37,5-40 milyar dolar arasında askeri yardım yapılması kararlaştırılmıştır. Bu Amerikan tarihindeki en büyük yardım miktarıdır. [3]İsrail NATO ve AB üyesi olmamasına rağmen herhangi bir üyenin bütün ayrıcalıklarına sahiptir. Bugüne kadar İsrail hakkında BM Güvenlik Konseyine getirilen bütün şikâyet ve yaptırımlar ABD vetosu ile durdurulmuştur. Nükleer silahlara sahip olan İsrail, BM denetimden kaçmaktadır. Özetle ABD, İsrail’i bölgedeki çıkarları için vazgeçilmez bir ülke olarak görmektedir. Trump’a sağlanan destek nedeniyle Cumhuriyetçiler döneminde de ABD’nin İsrail ile olan ilişkilerinde daha tavizkar ve destekleyici olması beklenebilir.
İsrail’in ABD’den Beklentileri Nelerdir?
·   Ortadoğu’daki yaygın savaşın İsrail’in lehine sağladığı oransal avantaj ekonomik öncelikli projelerinin öne çıkmasına neden olmuştur. Birinci öncelik doğu Akdeniz’deki doğal gazın bir an önce dış pazarlara ulaştırılmasıdır. Bu bağlamda Türkiye güzergâhı üzerindeki görüşmeler devam etmektedir. Trump’ın bu görüşmelerin fiiliyata geçirilmesinde desteği söz konusu olabilir.
·   İran’ın bölgesel etki alanının daraltılması amacıyla, nükleer anlaşmanın askıya alınarak yeniden ambargoya maruz bırakılması İsrail’in başlıca beklentilerinden biridir
·   Kudüs’ün başkent yapılması için ABD’nin Tel Aviv’deki büyükelçiliğini bu şehre taşıması beklenmektedir
·   Suriye ve Irak’tan IŞİD’in temizlenmesi sonrasında bölgedeki yeni siyasi yapılanma İsrail’in istekleri doğrultusunda gerçekleşecektir.
ABD Nasıl Bir Kürt Devletine Yeşil Işık Yakmıştır?
Trump’ın Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, bölgede bir Kürt devletinin kurulacağını açıklamıştır. Bu bağlamda ilk akla gelen sorular hangi coğrafyada, hangi nüfus ve kimin korumasında kurulacağıdır. Irak coğrafyasındaki gelişen hali hazır durum, bu yeni Kürt devletinin çekirdeğini Irak Kürt Bölgesel Yönetimine verilecek bağımsızlık ile kurulacağını göstermektedir. Bu durumda Türkiye için PKK sorunu yeni bir sürece girecektir. % 73’ü Türk vatandaşı olan PKK unsurları ne olacaktır? Ya Barzani bölgesinde kalarak sistem ile bütünleşerek teröre son vereceklerdir, ya da aynı konumda Türkiye’ye terör ihraç etmeye devam edeceklerdir. Bu durumda Barzani hükümeti terör konusunda Türkiye ile işbirliği yapmaya mecbur kalacaktır. Aksi takdirde yeni Kürt devleti ile Türkiye arasında ciddi bir kriz yaşanabilecektir. Kürt devleti kurulursa Musul ve Kerkük kimin kontrolünde olacaktır? Bundan daha da önemlisi, ABD’nin kurulacağını açıkladığı Kürt devletini uzun yıllar himaye etmek zorunda kalacağıdır. Bu dönemde Türkiye’ye yönelik terör faaliyetleri devam ederse Türkiye ve ABD çatışmak zorunda kalabilir. Kürt devleti İran açısından da çıbanbaşı durumuna gelebilir. Çünkü Amerikan kontrolündeki Kürt devleti İran’ın Irak ve Suriye üzerindeki etki alanına karşı tampon rolü üstlenebilir. Yeni Kürt devletinin ABD için esas stratejik amaçlarından biri de budur. Suriye’ye gelince devam eden iç savaşta ABD, Irak’ta olduğu gibi yine ortak olarak Suriye Kürtlerini seçmiştir. Suriye Kürtleri ABD tarafından şimdilik IŞİD’e karşı kullanılmaktadır. Ancak IŞİD tehlikesi ortadan kalkınca, Suriye Kürtleri esas olarak Türkiye ve İran’ın bölgedeki nüfuz alanını daraltmak için tampon olarak kullanılabilir. Bu strateji, İsrail’in yıllardan beri devam ettirdiği Arap mezhepsel fanatizmini Kürt kartıyla durdurma politikasıyla uyumludur.
IŞİD Sonrası Suriye’de Beklenen Senaryolar
Suriye’de ve Irak’taki çatışmalar sona erince yeni düzen önümüzdeki en az 50 yıllık bir süreci etkileyecektir. Bölgedeki ekonomik, stratejik ve siyasi yapılanma nasıl olacaktır?  Bu senaryoların temelinde siyasi ve askeri yapıyı etkileyen iki temel ekonomik proje yatmaktadır.
·   Birincisi, Türkiye sınırından başlayarak Nil Deltasına kadar uzanan Doğu Akdeniz çanağındaki enerji kaynaklarının güvenli bir şekilde araştırılması, çıkarılması ve dış pazarlara ulaştırılmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için istenenleri sıralayalım
a.       Rusya’nın himayesinde Suriye’nin kıyı şeridinde kurulacak yeni Suriye devletinin İsrail ile düşmanlığa son vermesi
b.      İsrail’in bölgede kalıcı hale gelen Rusya ile enerji ve güvenlik alanında iş birliği yapması
c.       Lübnan’ın İran’ın siyasi ve askeri etki alanından çıkarılması
d.      Gazze’nin enerji yoluyla kalkınması için BM kanalıyla özel bir statüye sokulması veya bölge dışı bağımsız bir ülkenin mandasına verilmesi ( Norveç, İsveç, İsviçre, Finlandiya vb.)
Bu istenenlerin şu anda devam eden çatışmalar nedeniyle gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğu ortadadır. Bu nedenle halen İsrail, kendi çıkardığı gazını beklemeden dış pazarlara sunma projelerini hızlandırmıştır.
·   İkincisi, Körfez Ülkeleri (BAE, Katar, Bahreyn, Kuveyt), Irak, Suudi Arabistan petrol ve gazının doğu Akdeniz’e akıtılmasıdır. Bunun gerçekleşmesi için istenenleri sıralayalım.
a.      Suriye ve Irak’ta yeni siyasi sınırların belirlenmesi
b.      Ve bu yeni siyasi bölüntülerin doğu Akdeniz çanağının kontrol altında tutan İsrail, Rusya, Lübnan, Mısır ve yeni Suriye devleti işbirliği yapması başlıca şart olarak ortaya çıkmaktadır.
İkinci senaryo grubundaki beklentiler de en az birincidekiler kadar zordur. Bölge ABD ve Rusya gibi karşıt iki nükleer güç ile Türkiye ve İran gibi bölgesel jeopolitik oyuncular arasındaki güvensizlik ve ortak bir çıkış noktası olmaması nedeniyle kaos yaşamaktadır. İŞID sonrası senaryolar henüz belirsizdir.
Türkiye’yi Bekleyen Tehlikeler ve Çıkış Yolları
Türkiye, Fırat Kalkanı ile içine düştüğü stratejik boşluktan ve belirsizlikten çıkmıştır. 24 Ağustos 2016’da başlayan harekât üç ayını doldurmuştur. Türkiye’nin bu harekâttaki amaç ve hedefleri ABD ile örtüşmemektedir. Buna karşılık Rusya ve dolayısıyla Esad rejimi ile sessiz bir mutabakat söz konusudur. Nitekim son Türk tankına yapılan füze saldırısının Rusya’dan kaynaklanmadığını Putin bizzat açıklamıştır. Türkiye güney sınırında güvenli bir bölge oluşturmaktan başka bir amacı olmadığını açıklamıştır. Ancak Türkiye’nin güneyinde bir Kürt kuşağı oluşturmak niyetinde gözüken ABD, bölgedeki son gelişmelerle şekillenen yeni siyasi ve askeri güç dengesi içinde Türkiye’yi baypas etmeyi planlayan bir strateji izlemektedir. Bu strateji, NATO üyesi Türkiye’yi Rusya merkezli bir güvenlik odağına doğru kaydırmaktadır. Bu son derece hatalı bir stratejidir. Zira eğer ABD’nin kıtasal ölçekte Rusya’ya karşı uyguladığı ve uygulayacağı stratejilere devam edilecekse bunu Türk Boğazlarını kontrol eden ve Karadeniz’de Rus Deniz kuvvetlerini dengeleyen Türkiye olmadan yapamaz. Türkiye’nin Suriye’de askeri güç bulundurduğu sürece Rusya ile ve Rusya üzerinden rejim ile koordineli hareket etmesi önemlidir. Buna paralel olarak bölgedeki büyük enerji projeleri bağlamında Türkiye’nin İsrail ile ciddi ve güven verici şekilde stratejik işbirliği yapması, ABD-Türkiye ilişkilerini düzeltebilir. Türkiye, Rusya ile olan ilişkilerini bozacak çeşitli tuzaklara karşı hazırlıklı olmalıdır. Rusya’nın en büyük korkusu Türkiye ile yaşanacak bir kriz ve çatışma durumunda Boğazların kapanmasıdır.   Nitekim uçak düşürme olayından sonra düşmanca açıklamalar ve uygulamalar karşısında Rusya tarafından Boğazların kapanmasından endişe duyan resmi açıklamalar yapılmıştır. 
Fırsatlar
İçinde bulunulan hâlihazır durum Türkiye’ye zamansal olarak iki stratejik fırsat sunmaktadır.
     Birincisi, BM Sözleşmesinin verdiği kendini savunma hakkı çerçevesinde İran’la koordine edilerek Kandil bölgesine sonuç alıcı askeri harekât düzenlenmesi
     İkincisi; KKTC’nin Türkiye ile birleşmesidir. Çünkü BM gözetiminde yapılan sözde çözüm görüşmelerinde önemli ölçüde toprak ve nüfus tavizi verilmesine rağmen hala Türk tarafı suçlanmaktadır. Kıbrıs’ın Türkiye’den koparılma çalışmaları hızlanmıştır. KKTC’ye gelince Denktaş’tan sonra KKTC uykuya yatmıştır. 33 Yılda devlet olamamıştır. Ne kendisine bir istiklal marşı yapmış, ne İngiliz koloni mahkeme binalarını değiştirmiş ne de Türkiye’den gelenleri bağrına basıp homojen bir toplum yaratmıştır. AB ile ilişkilerin askıya alındığı bugün KKTC’nin Türkiye ile bütünleşmesinin tam zamanıdır. Yıllardır yazılan ve herkesçe bilinen Kıbrıs’ta Türk ve Rum halklarının birlikte yaşayamayacağı gerçeğinin hayata geçirilmesinin tam zamanıdır.


[1] ABD Federal Rezerv Bankası (merkez bankası gibi)
[2] Finans-Kapital Sistem, petrol ve silah endüstrisi gelirlerinin bankalar ve sigorta şirketleri ile birlikte kontrol edildiği sistemin adıdır. Birbirleri ile bütünleşmiş ve etkileşim içinde çalışan, Petrol ve Silah endüstrisi, bunlardan bağımsız konumdaki F-K Sistem tarafından kontrol edilmekte ve yönlendirilmektedir.
[3] S. M Gibson, US To Give Israel Largest Military Aid In History, 8 June 2016

23 Kasım 2016 Çarşamba

TUNCELİ'DE BÜYÜK SKANDAL. HÜKÜMET VE İÇİŞLERİ BAKANLIĞI'NIN UTANÇ VERİCİ İHMALİ, SUİİSTİMALİ VE/VEYA YÜZ KARASI

26 Nisan 2015 günü, Tunceli’nin Nazımiye ilçesinde kırsal alanda inşa edilen bir anıt mezar törenle açıldı. Mezar, Elazığ’da bir çatışmada öldürülen ve Orhan Bakır adı ile bilinen TİKKO adlı örgütün yöneticilerinden Armenak Bakırcıyan’a aitti. Konu ile ilgili Agos gazetesinin haberini Hollanda’dan Sefa Yürükel hatırlattı. Ona da bir emekli general mesajla bildirmiş.
***
Gerisini 28 Nisan 2015 tarihli Agos gazetesinden takip edelim:
“Dersim’in Nazımiye ilçesinde, soykırımın 100. yılında TİKKO yöneticilerinden Armenak Bakırcıyan’a ait anıt mezarın açılışı yapıldı. Nazımiye ilçesi Xarik Köyü’nde inşa edilen anıt mezarın açılışına HDP Dersim milletvekili adayları Alican Önlü ve Edibe Şahin, Dersim Belediye Eş Başkanı Nurhayat Altun, HDP, DBP, DHF, EMEP, ESP, DERADOST, Partizan gibi dernek, parti ve örgütlerden temsilciler katıldı. Yanı sıra Yunanistan, Fransa gibi yurt dışından gelen diaspora üyeleri törende hazır bulundu.
Nazımiye ilçesi Perisuyu Nehri üzerine kurulan Pembelik Baraj gölü sahiline inşa edilen anıt mezara bir yürüyüş gerçekleştiren grup, ‘Ermeni Soykırımı’nı lanetliyoruz, Armenak Bakırcıyan’ı anıyoruz’ ve “Hrant’tan Sevag’a; 100. yılında Ermeni Soykırımı sürüyor” yazılı pankartlar taşıdı.
Yürüyüş sırasında, jandarma ve halk arasında pankart açma yüzünden kısa süreli gerilim yaşandı.
Törende Ermeni soykırımında hayatını kaybedenler anısına bir dakikalık saygı duruşu yapıldı ve Bakırcıyan’ın mezarına kırmızı karanfiller bırakıldı.
Mezartaşında, ‘Armenak Bakırcıyan, Hrant Dink, Manuel Demir, Nubar Yalımyan, Kevork Çavuş, Monte Melkonyan, Antranik Uzunyan.. isimsiz mezarsız tüm kahramanlara’ yazısı bulunuyor.
TKP-ML TİKKO’nun merkez komitesi üyesi Armenak Bakırcıyan, Elazığ Karakoçan’da, 13 Mayıs 1980’de jandarmayla girdiği çatışmada hayatını kaybetmişti.”
***
Peki mezar taşına adları yazılan diğer “kahramanlar” kimdir?
Monte Melkonyan: 1980’li yıllarda ASALA’nın elebaşlarından biri ve Karabağ Savaşı sırasında Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’nin desteğindeki Ermeni güçlerin komutanı idi. 1980’li yılların ortalarında ASALA adına Avrupa’da Türk diplomatlara karşı çeşitli saldırılarda bulunmuş ve karıştığı cinayetler sonrasında Fransa’da tutuklanmış ve 1989’da serbest bırakılmıştı. 12 Haziran 1993’te meydana gelen çatışmada Azerbaycan ordusunda görevli asker olan İbad Hüseyinov tarafından öldürüldü. Azerbaycan Hüseyinov’a madalya verdi. Melkonyan ise “Ermenistan Ulusal Kahramanı” ilan edildi!
Antranik (Paşa) Uzunyan: (1865-1927) Şebinkarahisar’da doğdu. 1890 yılında babası ile tartışan bir Türkü öldürdü. Sason, Muş ve Van ayaklanmalarına katıldı. Balkan Savaşı sırasında Bulgarların, 1. Dünya Savaşı’nda Rusların safında Osmanlılara karşı savaştı. General unvanı aldı. Çekilen Rus birliklerinin boşalttığı işgal bölgelerinde katliamlar yaptı. Erzurum ve Van’daki Akdamar adasındaki katliamların sorumlusudur. Kâzım Karabekir komutasındaki kuvvetlere karşı mağlûp olan Ermenistan, Türk Devleti ile barış yaptığı halde Antranik, bir gönüllü çetesinin başına geçerek katliam yapmaya devam etti. Ermenistan Hükümeti’nin emriyle çetesini dağıtarak silâhlarını teslim etti. Erivan’a heykeli dikildi.
Kevork Çavuş: Sason isyanına katıldı. Çok sayıda Türkü katletti. 1907 yılında Muş’taki bir çatışmada öldürüldü. 22 Nisan 2015 tarihli Radikal gazetesinde karısı Heghine’nin silâhlı bir resmi de yayınlanarak “ünlü Ermeni fedai” diye tanıtıldı.
Nubar Yalımyan: Ergenekon davasında savcıların ifşa ettiği resmi bilgilere göre Türk diplomatlara saldırılar düzenlemesi sebebiyle Abdullah Çatlı tarafından Hollanda’da öldürülen ASALA militanıdır.
Manuel Demir: 1988 Ocak ayında Kandıra Piyade Alayı’ndan silah çalınması olayı sonrası, Sefaköy’de düzenlenen operasyonda öldürülen TİKKO militanıdır!
Yoruma gerek var mı?
***
Malum, mezkür ve menfur mezbeleyi, en kısa sürede yıkmayan, yerle yeksan etmeyen ve coğrafyadan silmeyen “yetkili ve görevli” TUNCELİ Belediye Başkanı, Valisi ve Garnizon Komutanı KAHROLSUN!.. 

15 Kasım 2016 Salı

HAYDAR TUNÇKANAT’IN ‘İKİLİ ANLAŞMALARIN İÇYÜZÜ’ KİTABI JÜPİTER FÜZELERİ & Mehmet Arif Demirer

HAYDAR TUNÇKANAT'IN 'İKİLİ ANLAŞMALARIN İÇYÜZÜ' KİTABI: JÜPİTER FÜZELERİ
              Mehmet Arif Demirer
1993 Yılında ilk kez DP GİK üyesi olduğum zaman, DP’nin on yılını, özellikle dış politikası ile ekonomik performansını, savunan tek bir kitap yayımlanmamıştı. Daha çok kişisel anılar ve Yassıada ile ilgili kitaplar yayımlanmıştı. 1993 yılından itibaren Basın Açıklamaları, DP Ansiklopedisi, iki büyük boy duvar takvimi ve dergiler dışında 17 kitap yazarak (yayımlandı) bu eksikliği giderdim. Yine de iki konu açık kalmıştı: Menderes, Necip Fazıl gibi bir adama neden 147 bin lira ödemişti, örtülü ödenekten ve MBK üyesi Hv. Kurmay Albay Haydar Tunçkanat’ın birinci baskısı 1970 yılında yayımlanan kitabındaki ağır suçlamalara cevap.
Necip Fazıl örtülü ödenekten para verilmesi konusu yakında yayımlanacak son kitabımda irdelenmektedir: ATATÜRK – Din ve Said Nursi – Fethullah Gülen. Sorunun cevabını da Bayar’ın da bulunduğu bir toplantıda Samet Ağaoğlu vermiştir: ‘Susturmak için’ Tunçkanat’ın suçlamalarının niteliği hakkında ise geniş bir araştırma yapmam gerekiyordu. Bu araştırmayı yaptım. Biri Jüpiter Füzeleri ile ilgili olmak üzere iki örnek ile Tunçkanat’ın gerçekleri nasıl çarpıttığını ya da gizlediğini göstereceğim:
İKİLİ ANLAŞMALARIN İÇYÜZÜ
Birinci örnek 23 Şubat 1945 tarihli ikili antlaşma. Bu antlaşma ile Türkiye, 1941 yılından beri ABD’den Ödünç Verme ve Kiralama Kanunu kapsamında aldığı yaklaşık 100 milyon dolarlık askeri malzeme ile ilgili bir antlaşma imzalamış ve bu borcu sadece 4.5 milyon dolar ödeyerek tasfiye etmiştir. Tunçkanat bu antlaşmayı gereksiz görmüş ve “Yabancı bir devlete verilecek bazı imtiyazların tohumlarını taşıyan” bir antlaşma olarak tanımlamıştır. Stalin aynı kanun kapsamında savaşta ABD’den 14 milyar dolar değerinde malzeme almıştı.
İkinci ikili antlaşma, 27 Şubat 1946 tarihinde 10 milyon dolar değerinde askeri malzeme alımı ile ilgili kredi antlaşması idi. Tunçkanat bunu da eleştirmiştir:
“Bu anlaşmanın imzalandığı sıralarda Türk Hükümetinin kasalarında 245 milyon dolarlık dövizi vardır. Fakat Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye güvenlik vermeyen tutum ve davranışlarından kuşkulanan hükümet, benimsediği yeni bir görüşle, dış yardıma istekli ve daha elverişli bir tutum takınıyor.”
Gerçeklere bakalım: Döviz rezervi 10 milyon dolar. Ayrıca 235 milyon dolarlık altın stoku var. Bu altın stoku, 1948 yılı Şubat ayına kadar yarı yarıya azalacak, döviz rezervi ise 705 bin dolara inecektir. Türkiye bu rezervleri ile 1946 – 1950 yılları döneminde tek bir şeker ya da çimento fabrikası bile kuramamıştır. Sovyet Rusya’nın güvenlik vermeyen tutum ve davranışları ise 1945 Mart ayından beri sözlü ve yazılı notalar ile Sovyet gazetelerinde yayımlanan makalelerde belirlenen Sovyet talepleri idi: Kars – Ardahan ve İstanbul ile Çanakkale Boğazlarında ortak yönetim (Sovyet Savaş gemileri, askerleri ve bayrağı vd.).
İşte Tunçkanat gerçekleri böyle çarpıtarak veya gizleyerek önce CHP daha sonra DP’nin imzaladığı ikili antlaşmaları haksız ve insafsızca eleştirmiştir.
Jüpiter Füzelerine gelince. 17 Ekim 2016 tarihli ANAYURT yazımda belirtiğim gibi 1962 Küba Krizinde Sovyetler, Türkiye’de konuşlanmış Jüpiter füzelerinin sökülmesi vaadine karşılık Küba’daki çok daha güçlü ve daha uzun menzilli SS-4 Sandal füzelerin sökülerek Sovyetler Birliğine geri götürülmelerini kabul etmiş ve 3. Dünya Savaşı önlenmişti.
Tunçkanat’ın şu iddiasını, “O tarihlerde (1946) Türkiye’nin Amerika’nın bir ileri karakolu olması öğünme konusuydu. Bu görüş 27 Mayıs’a kadar sürdü.” da Jüpiter Füzelerinin Türkiye’ye geldiği tarihe bakarak değerlendirelim. Jüpiter Füzeleri ile ilişkili antlaşmayı Menderes Hükümeti imzalamış ancak füzeler, Türkiye’ye 27 Mayıs’tan sonra MBK döneminde gelmiş ve monte edilmişlerdir. Tunçkanat, kitabında Jüpiter Füzelerinden ve                 27 Mayıs’ın Türkiye – ABD ilişkilerini hiç etkilemediğinden nedense hiç bahsetmemiştir.
(ANAYURT GAZETESİ,  16 Kasım 2016)
1993-2012 Yılları arasında DP İktidarı ve 27 Mayıs Darbesi ile ilgili yayımlanmış kitaplarım:
1993 – KKTC – TÜRKÜN ONUR SORUNU
1994 – Alparslan Türkeş’in anıları ve 27 Mayıs 1960 – DEMOKRAT PARTİ
1995 – 6 Eylül 1955 – Yassıada 6/7 Eylül Davası
1995 – Babam Arif DEMİRER ve Aydın MENDERES
1997 – CYPRUS – the Island of Sustained Crises
2005 – ATATÜRK, BAYAR ve DP ekseninde MASALLAR ve GERÇEKLER
2006 – 6 EYLÜL 1955 Olaylarına 50. Yılda yeni Bakış – Hangi derin Devlet ?
2006 – DEMOKRAT PARTİ’nin YATIRIMLARI
2006 – NİHAT ERİM’in gözlüğü ve kalemi ile DEMOKRAT PARTİ ve bir soru:                      
            JOHNSON MEKTUBU SİPARİŞ MİYDİ?
2006 – KEMALİZM TARTIŞMALARI
2006 – DEMOKRAT PARTİ ve TARIM
2006 – MENDERES ve DÖVİZLER – DÜNYA BANKASI OLAYI (1954)       
2008 – Ş. Çizmeli’nin Menderes Kitabı – BİR DEDİKODU KİTABININ ELEŞTİRİSİ[1] 
2009 – FATİN RÜŞTÜ ZORLU GERÇEĞİ
2010 – DEMOKRAT PARTİ BELGESEL ANSİKLOPEDİSİ (2 200 sayfa)
2010 – HASAN POLATKAN konuşuyor
2010 – CUMHURİYET TÜRKİYE’sinde ANAYASA OYUNLARI – 27 MAYIS İHTİLALİ
2012 – 27 MAYIS – MASALLAR VE GERÇEKLER                                                                     




[1] Dr. Mehmet Özdemir ve Emre Oktay ile ortak yayın

4 Kasım 2016 Cuma

ORTADOĞU DOSYASI: "Irak-Suriye Arasında Birleşik Kaplar Yasası" HABER-YORUM: UFUK ULUTAŞ

ORTADOĞU DOSYASI
Irak-Suriye Arasında Birleşik Kaplar Yasası
HABER-YORUM: 
UFUK ULUTAŞ
Son yıllarda sadece Ortadoğu’da değil belki de dünyada, kaderleri birbiriyle Irak ve Suriye kadar iç içe girmiş iki ülke yoktur. Farklı arka plan, demografi ve ekopolitiğe sahip olsalar da iki ülkenin geleceği aynı anda ve neredeyse aynı aktörler tarafından şekillendiriliyor. Daha da geriye gidersek her şey iki ülkede meydana gelen gelişmelerin birbirini etkilemesiyle başladı. Tabiri caizse Irak ve Suriye aynı fay hattının üzerinde yer alıyor. Birisindeki hareketlenme diğerinde depreme sebep oluyor. Mevcut çabalar iki ülke arasındaki sınırları fiilen ve İran’ın hesabına ortadan kaldırma üzerine kurulmuş; DEAŞ’ın çabalarını andırırcasına.
Suriye ve Irak arasında işgal yıllarına uzanan bu iç içe girmişlik, son beş senede daha da arttı. Irak’ın işgal yıllarında Esed, Irak’a giren yabancı savaşçıların seyahat şirketiydi. ABD işgalinin kağıt üstünde bitip fiili İran işgalinin başlamasıyla birlikte Maliki’nin mezhepçi otoriteryanizmi zirve yaptı. Maliki’nin mezhepçi politikalarından en çok Esed’in Irak’a taşıdığı yabancı savaşçıların da içerisinde olduğu El-Bağdadi şurekası istifade etti. Maliki’nin Irak’taki Sünnilere ve kendisi gibi düşünmeyen Şiilere reva gördüğü zulmü, Esed de artırarak ve sınıf atlatarak kendi halkına uygulamaya başladı. Esed’in Irak’a taşıdığı yabancı savaşçılar Maliki’nin zulmü sebebiyle güçlenip, çatışmaların başladığı Suriye’ye geçtiler. Maliki ve Esed el ele DEAŞ canavarının alt yapısını kurmuş ve bir bomba gibi Irak ve Suriye’de onuru için mücadele eden halkın kucağına bırakmış oldu.
İlginçtir ki (aslında arka planını düşününce çok da ilginç değil) DEAŞ canavarından en fazla istifade eden de Suriye’de Esed ve Irak’ta Maliki’nin tetiklediği mezhepçi intikamcılık oldu. Esed DEAŞ’ı gösterip kendi savaş suçlarının üstünü örttü. Irak’taki mezhepçi intikamcılık ise DEAŞ’ı gösterip Irak’ta Sünnisizleştirme politikasına start verdi. Tabii bu hengamede Maliki de iktidara geri dönmenin planlarını yapar hale geldi.
Çatışmalar başlayınca Iraklı Şii milisler soluğu Suriye’de aldı. Irak “Hizbullah”ı, Asaib Ehl’el-Hak ve Liva Ebu el-Fadl el-Abbas gibi Iraklı Şii gruplar Suriyelilere karşı Suriye’de savaşmaya başladı. İran’ın organize ettiği yabancı terörist savaşçılarla birlikte Suriye’deki mezhepçi intikamcılığın ateşleyicisi oldular. Irak’ın mezhepçi merkezi ordusu, DEAŞ’ın ülkenin üçte birini işgal etmesine engel olamayınca mezkur milislerin bir kısmı Irak’a döndü ve Sünnisizleştirme politikalarının parçası oldular. Şimdilerde Musul gibi Tel Afer gibi kentlerde, Bağdat’ta yaptıklarına benzer bir demografik mühendislik çabasındalar. Irak’taki amaçlarına ulaşınca Suriye’ye geçeceklerini beyan ediyorlar.
Halep’in hesabı Tel Afer’de
İki ülkede de İran’ın fiilen sahada olduğunu görüyoruz. İranlı generallerin tabutları birer birer Irak ve Suriye’den Tahran’a taşınıyor. İran’ın Irak, Suriye, Lübnan hattındaki kanlı jeopolitik oyunu, özellikle Irak ve Suriye’nin kaderlerini birbirine bağlamış durumda. İran, Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak Irak’ta adımlar atıyor veya tam tersi de geçerli. Örneğin, Suriye’de muhaliflerin büyük Halep operasyonunu başlatmasıyla, İran’ın katil sürüsü Haşd-i Şaabi’nin Tel Afer’e operasyon açıklamasını yapması arasındaki bağlantı tesadüfi mi? İran, Halep’teki Suriyeli muhaliflere destek veren Türkiye’yle, Türkiye’nin hassasiyetini açıkladığı Tel Afer’de hesaplaşma niyetinde. İran, Halep’in hesabını Tel Afer’de sormaya çalışıyor.
ABD ise Fırat Kalkanı’yla bozulan Kuzey Suriye’deki PKK kuşağı planının hesabını Musul’da, Başika’da görmeye çalışıyor. Türkiye’yle Musul üzerinden hesaplaşıyor. Irak’tan Suriye’ye gelen DEAŞ, Suriye devrimini alt üst etmişti. Şimdi de Musul’dan, Tel Afer’den kaçacak DEAŞ’lılar Suriye’ye yönlendirilecek. Niyet yine DEAŞ’la mücadele kılıfıyla Esed’e hayat öpücüğü vermek ve Fırat Kalkanı, büyük Halep gibi operasyonları baltalamak. DEAŞ’ın külfeti yine muhaliflere yüklenecek. Suriye’deki Esed varlığıyla birlikte İran’ın komutasındaki Şii milisler de meşruiyet devşirecek.
Suriye-Irak arasında PKK kuşağı
Benzer şekilde Irak-Suriye hattı boyunca PKK’nın varlığının tahkim edilmesi ve bu iki ülkede de PKK’nın bir siyasi aktör ve DEAŞ’la mücadelede paydaş olarak resmedilmesi de Irak-Suriye planlamasındaki eşgüdüme işaret ediyor. PKK hem Suriye’de hem de Irak’ta serpildi. Suriye’de doğrudan ABD, Irak’ta ise doğrudan İran ve dolaylı olarak ABD’nin eliyle aktör konumuna sokuldu. Suriye’de parayı ABD’den, Irak’ta ise Haşd-i Şaabi çatısı altında İran güdümündeki Irak istihbaratından alıyorlar. Her iki ülkedeki PKK’nın da tek derdinin Türkiye olduğunu söylemeye lüzum yoktur sanırım.
DEAŞ, buldozerlerle Irak-Suriye sınırını kaldırdığını ilan ettiğinde hayli alay edilmişti. Şimdi ise iki ülke arasındaki sınır İran tarafından fiilen kaldırılıyor. Arzu edilen mühendislikle, Tahran’dan kalkan bir İranlı yabancı terörist savaşçı Lübnan’a kadar rahatça gidebilecek. Aynı şekilde Kuzey Irak ve Suriye’deki PKK varlığı arasındaki geçişkenlik de formelleştirilecek. PKK, artan İran nüfuzu ve hayat üflenen Esed rejimi eliyle Türkiye ile Ortadoğu arasındaki bağ koparılacak. Bu planlamada İran’ın çıkarı aşikar da ABD neden bölgede İran’ın hayallerini gerçekleştirmesinde aracı oluyor?
UFUK ULUTAŞ
LİNK : http://akademikperspektif.com/  [status publish] [geotag on] [publicize off|twitter|facebook] [category güvenlik] [tags ORTADOĞU DOSYASI, Irak, Suriye, Birleşik Kaplar Yasası]