30 Haziran 2017 Cuma

SON DAKİKA: Türkiye son noktayı koydu! Rum ve Yunan hayalden uyansın

SON DAKİKA...
TÜRKİYE SON NOKTAYI KOYDU!
RUMLAR VE YUNANİSTAN HAYALDEN UYANSIN
Kıbrıs zirvesinde gazetecilerin sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Ankara'nın Türk askerinin çekilmesi ve garantörlüğün sona ermesi gibi bir talebi kabul etmeyeceğini ilan etti.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsviçre'de devam eden Kıbrıs Konferansı için "Bu bir final konferansıdır. Son konferanstır" yorumunda da bulundu. İsviçre'de devam eden tarihi Kıbrıs zirvesinde, Türkiye tarafından yeni açıklamalar var. Gazetecilerin sorularını yanıtlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Türkiye'nin garantisinin kalkması gibi bir unsurun söz konusu olamayacağını net şekilde belirtti.
Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Rum tarafının ve Yunanistan'ın beklentisi, garantiler tamamen kalksın ve adada Türk askeri kalmasın. Bir şeyi anlamaları lazım, bu onların hayali ve hayalden uyanmaları gerekiyor. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve diğer siyasiler, garantinin ne kadar önemli olduğunu vurguladılar" dedi. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İsviçre'de devam eden Kıbrıs Konferansı  için "Bu bir final konferansıdır. Son konferanstır" yorumunda da bulundu. 

28 Haziran 2017 Çarşamba

ZEKİ KENTEL "MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA TÜRKİYE VE KIZILELMA"

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA TÜRKİYE VE KIZILELMA
Medeniyetler Çatışması'nda, Şark Meselesi'nde, Çar Nikola'nın sıcak denizlerinde, İngiltere"nin sömürge yolunda, ABD dünya hegemonyasında Ortadoğu'da Türkiye ne  yapacak?
ÇAR NİKOLA, KIRIM VE AKDENİZ
Rusya’nın kuruluşundan bu yana güneye sarkmak amacı vardır. Bu amaç Türklerle çatışmaktadır. Bu arzu doğrultusunda ise üç politika izlemektedir: 
1-Doğu Anadolu Politikası 
2-Balkanlar Politikası 
3-Boğazlar Politikası 
Rusya hem Çarlık döneminde hem de Ekim 1917 devrimi sonrası geçtiği Sovyetler döneminde bu üç  politikanın icrasına uğraşmış halen de bu yolda ilerlemektedir. Boğazlar’ı evinin anahtarı, Balkanları Slav ırklarının özyurdu olarak gören Rusya, her faaliyetinde Osmanlı’nın ve Türklerin zayıf bir anını kollamış ve bu yönde politikalarını  hayata geçirmeye çaba vermiştir.
İNGİLTERE SÖMÜRGE YOLLARI
Sömürge yolları üzerinde bulunan Orta Doğu ve Osmanlı Devleti’nin durumu İngilter için önem kazanıyordu. Özellikle bu dönemde Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması İngiliz menfaatlerine uygun düşüyordu. Çünkü İngiltere, Osmanlı Devleti’nin varlığı ve devamını, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinde önemli bir engel olarak görüyor ve böylelikle İngiltere İmparatorluk Yolunun bu devlet tarafından tehdit edilmesini ve hatta kesilmesini önlemeyi planlıyordu.     
PAYLAŞIM SAVAŞLARI          
Dünya Savaşları’nın gerçek nedeni: kitaplarda yazıldığı gibi : “Avusturya tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi”, veya sömürgecilik, sömürgelerden pay kapma arzusu değildir. Gerçek neden: Bugünlerde yeni yeni dillendirilen: “Medeniyetler Çatışması”dır.
İngiltere, Fransa ve Rusya: Osmanlı Devleti’ni, “Şark Meselesi” kapsamında, I. Ve II. Balkan Savaşları ile Avrupa’dan atarak, (Asya’ya) Anadolu Çanağına sürecek; bunun arkasından, (Araplarla ilişkisi kesilerek) Mezopotamya’dan çıkaracaktır.
“Araplar arkamızdan vurdu!” İddiası da bu çerçevede, bir İngiliz-Fransız propagandası olarak değerlendirilmelidir. Osmanlıya ihanet eden bir Arap aşireti olmasına rağmen büyük  kitle bu  suçlamanın muhatabı değildir. Yeni devleti  kurarken İngilizleri bu gerçekleri ile ve doğru tanıyabilseydik,  I. Dünya Savaşı’ndan bugüne bu kadar kazık yemez, bu tuzaklara düşmezdik.
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
1989 yılında Gorbaçov ile sosyalist sistemin çökmesinde yeni dünya  düzeni  denilen bir süreç başladı..Bu sürecin 4 temel ayağı vardı.
1. Küreselleşme, 
2. Medeniyetler çatışması, 
3. Bölgesel ittifaklar, 
4. Tek süper güç (ABD)
ABD'li fikir adamı Samuel Huntington başta olmak üzere, Brezinski, Fukiyama ve Bernard Levis gibi bilim adamlarının kafa yorduğu bir teori var. Medeniyetler canlı organizmalar gibidir. Doğarlar büyürler, ölürler. Bu akıbet batı medeniyeti için de mukadderdir. Bütün mesele Batı medeniyetinin ömrünü nasıl uzatabiliriz  konusuna kilitlenmiştir.
Bu konuda çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. En çok rağbet gören ise Huntington’a ait  medeniyetler çatışması olmuştur. Ona göre rakibi olmayan ve mutlak gücü  elinde tutan bir medeniyet kendi içerisinde durağanlaşmaya ve zamanla gerilemeye başlar. Bir mücadele alanı bulur veya kendisine  bir rakip olursa onunla mücadele ederek kendini yeniler ve dinamizm kazanır bu da onun ömrünü uzatır.
Böyle bir rakip medeniyet için Çin, Hint, Latin Japon gibi ihtimalleri sıraladıktan sonra bunların hiçbirinin Batı Medeniyeti için rakip olamayacağını çünkü materyalist yapılarından dolayı zaten batı medeniyeti ile benzeştiklerini söyler.  Geriye bir tek İslam medeniyeti kalıyor. Doğal olarak yeni rakip İslam medeniyeti  olacaktır. Bunun zaten tarihi temelleri vardır ve böyle bir mücadele alanı açmak zor değildir. Böylece adına şark meselesi denilen ve neredeyse bin yıldır batının kavga halinde olduğu İslam dünyasına karşı yeni bir haçlı seferi başlatmak mümkün olacaktır.
Gücüne çok güvenen batı bu kavgadan mutlak surette galip çıkacağından emindir. Yendiği rakibinin hükmettiği bakir hammadde kaynaklarını ve enerji yollarını da bu mutlak zaferden sonra dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olacaktır.
Şunu öncelikle bilmek gerekir ki batıda planlar mikro ve makro hedefler doğrulusunda yapılır. Makro hedefler için fikir ve fiil aşamaları bazen 10 bazen 20 yıl veya daha fazla sürebilir. İlerisi için konulan hedefler doğrultusunda mikro hedefler konur ve plan yoluna girer.
İleride İslam dünyasına yönelik başlayacak operasyonlarda öncelikle Müslümanların zayıf düşürülmesi gerekmektedir. Bunun  için  1980 yılında Irak İran savaşı çıkarılır. Bu savaş bitmesin diye her iki tarafa da el altından bol miktarda silah satılır.
Görünüşte İran’a silah ambargosu vardır ama ABD el altından buraya devamlı silah satmaktadır. Bir taşla birden çok kuş vurulmuştur. Hem Müslümanların birbirini imha etmesi  sağlanmış, hem onların milli kaynakları silah karşılığı ellerinden alınmış, hem de ileride İslam dünyasına yönelik olarak başlayacak saldırılarda Müslümanların dermanı tüketilmiştir…
Bir yandan el altından İran’a silah satan batı, öbür yandan Saddam canavarına dilediği kadar konvansiyonel, kimyasal ve biyolojik silahı satmış bunların da parasını fazlasıyla Irak’tan almıştır. Bu silahlar da zaten Müslümanların öldürülmesinde kullanılmıştır.
1988 yılında bu savaş bitti. Savaş boyunca Saddam’ı silaha boğan batı bu savaş bitince başka bir savaşın hazırlıklarına  başladı. Bağdad’ta bulunan ABD elçisi Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya teşvik etti ve böyle bir savaşta ABD’nin tarafsız kalacağını belirtti.
Bu tablo Saddam’ı Kuveyt’i kolayca yutabileceği bir ortam oluşturdu. 1991 yılında Saddam Kuveyt’e saldırdı. ABD ve ortakları hemen harekete geçtiler. Uluslararası bir koalisyon kurdular ve Saddam’a Kuveyt’i boşalt ültimatomu verdiler.  Saddam’ın tamam çekiliyorum dediğini hiç duyan olmadı. Çünkü dünya medyası hep Saddam’ın meydan okuduğunu yazdı. Bu savaşa maalesef Türkiye de katıldı. Rahmetli Özal’a Musul havucu gösterdiler. O da inandı. Biz de Irak’a kuzeyden cephe açtık. Irak ordusu ikiye bölününce müttefik kuvvetler kolay bir zafer kazandılar. Irak’ı fiilen üçe böldüler, ama nedense Saddam’a ilişmediler.
Çünkü sonraki planlarda ona verilen roller vardı. Savaşın sonunda Madrid konferansı toplandı. Olaya taraf olan 27 ülke çağrıldı. Türkiye çağrılmadı. İkinci derecede aktif rol aldığımız ve 100 milyar dolara yakın kayba uğradığımız bir savaşın sonuçlarını konuşmaya çağrılmıyorduk. Özal’ın buna çok canı sıkıldı. ABD tarafından limon gibi sıkılıp atıldığını fark etti. O tarihten sonra da ABD’ye tavır aldı. Bu da onun sonu oldu.
Dönemin ABD dışişleri Bakanına Türkiye’nin barış masasına niye çağrılmadığı soruldu. Verdiği cevap tarihe geçti.  “Türkiye Oltadaki Balıktır Yem İstemez”. Türkiye  kendi içinde irtica,  darbeler vb. iç dertleri ile boğuşuyordu.  ...  Orada  "our boys" lara  güven vardı. 
TÜRKİYE NE YAPIYOR?  NE YAPACAK?
Türkiye'nin, doğrudan ABD ya da Rusya ile çatışmaya sürüklenmekten kaçınarak kendi çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan gelişmelere kapasite ve imkânları ölçüsünde müdahale etmekten başka seçeneği kalmıyor. Türkiye'nin çıkarlarına tehdit oluşturacak adımları atan aktörlerin birbirleri arasındaki rekabet ise Ankara'ya, taktik iş birliklerine girmek suretiyle kendi kapasitesinin sınırlarının ötesinde etki doğurma fırsatı verecektir.
Bu çerçevede, bazı alanlarda çıkar çatışması yaşıyor olsak da, yeri geldiğinde ABD, Rusya ve hatta İran'la geçici iş birliği ve ittifaklara hazır olmalıyız. Bu taktik iş birliği ve ittifaklarda hiçbir ülkenin kategorik olarak dışarıda bırakılmaması uluslararası ilişkilerin doğası gereğidir ve Türkiye'nin çıkarları açısından önemlidir.
"VATAN NE TÜRKİYE'DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN, BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN."
Kızıl Elma, Türklüğün varlık destanında Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir Kızıl Elma. Türk milliyetçiliğinin önemli sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler.
Türkçenin tarih düştüğü (Divan-ı Lügati't Türk) Kaşgar'ı ve Mahmut'u,  Astronom-Hükümdar Uluğ Bey ve Bilim Şehri SEMERKAND hiç  unutulur mu?  Cengiz Han'ın torunu Kubilay Han, bütün Çin'i idaresi almış büyük bir Türk imparatorudur.
Türkülerimiz Yemen’den Belgrad’a, Buhara’dan Cezayir’e, Halep’ten Kırım’a, Basra’dan Lehistan’a kadar uzanan muhteşem bir gönül yolculuğu yapar. Biz ise bugün yolda kaybolmadan bu yolculuğu yapabilecek durumda değiliz.
İstanbul ile Şam’ı, Ankara ile Basra’yı, İzmir ile Şiraz’ı, Edirne ile Buhara’yı, Çanakkale ile Girit’i, Antalya ile Kırım’ı, Edirne ile Tebriz’i bugün aynı coğrafyada   düşünemiyoruz?
Estergon Kal’ası su başı durak çok mu uzak, yoksa yakında mıdır? Her yürekte bir Estergon yok mudur? Eğri Kal’ası Estergon’un ne yanına düşer? Osman Paşa Plevne’den çıkmaz da, sen çıkar mısın?
Kırım’dan gelirim adım Sinan'dır. Bugün Selanik’te sala okunacak kaç tane cami kaldı, hiç dert edindin mi?  Acaba Manastır’ın ortasında yine bir havuz, bir çeşme, bir pınar ve bir dere var mıdır?  Alişimin kaşları kare. Görmedim hiç ah civan Alişimi Tuna boyunda.
Debreli Hasan martiniyle iki kurşun da 15 Temmuz hainlerine atsaydı da  meydanlardaki dostları da dinleseydi. 
Aşık Garip. İşte geldim gidiyorum. Şen olasın Halep şehri. Çok ekmeğin tuzun yedim. Helal eyle Halep şehri......    Halep ağlarken Antep gülebilir mi?  Tebriz’de her bahar güller açar mı yine, Tiflis’te akşam ezanı okunur mu, yoksa ‘Garip’ mi kalmıştır!  
Bey babası Şam’dan gelen Bayburtlu bebek kimdi, babası Şam’da ne yapar, ne ederdi? Acaba, onun torunu, Şam’dan gelen misafir mülteci komşusuyla Erzurum’a gider gibi, yine gidebilecek mi Şam’a? 
ÂŞIK'A BAĞDAT SORULMAZ!  
GENÇ OSMAN O KAPIYI NASIL AÇTI?...

13 Haziran 2017 Salı

Ambarlı Limanı'nda demirli gemide 220 kilo saf kokain ele geçirildi.

GÜMRÜK DUVARI ÇÜRÜK: “AMBARLI'DA DEV OPERASYON”
Ambarlı Limanı'nda demirli gemide 220 kilo saf kokain ele geçirildi. Üç aylık teknik takiple ele geçirilen kokainin bugüne kadar ele geçirilen en büyük miktar olduğu kaydedildi.
İSTANBUL Narkotik suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Ekipleri, Ambarlı limanında bir gemide yapılan aramada 212 kilogram saf kokain ele geçirildi. Bu miktar İstanbul'da şuan yakalanan en büyük miktardı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Narkotik Şube Müdürlüğüne gelen bir ihbar üzerine, İstanbul Gümrük ve Ticaret Bölge Müdürlüğü bağlantısı İstanbul Gümrük Muhafaza Kaçakçılık ve İstihbarat Müdürlüğü ve Emniyet ekiplerince ortaklaşa operasyon yapıldı.
TÜRK POLİSİ'NİN DİKKATİ VE BÜYÜK BAŞARISI
Operasyon kapsamında; Brezilya'dan hareketle İspanya üzerinden  bugün Ambarlı Limanı'na gelen jelatin yükü bir konteyner X-ray taramasına sevk edildi. Tarama sonucunda yoğunluk tespit edilmesi üzerine konteyner tam tespit işlemi için açıldı. Jelatin yükünün arasında valizler içinde gizlenmiş şekilde 193 pakette toplam 212 kg. kokain ele geçirildi. 

9 Haziran 2017 Cuma

ORTA DOĞU’DA YENİ DENGELER; KIBRIS’TA TEMMUZ KERAMETİ; GEÇMİŞTEN DERS ALMAK; - Prof. Dr. Ata ATUN

ORTA DOĞU’DA YENİ DENGELER
Prof. Dr. ATA ATUN
25 Mayıs 1981 tarihinde Suudi Arabistan’ın çağrısı ile Basra Körfezi'ne kıyısı bulunan Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri, kısa adı Körfez İşbirliği Konseyi olan “Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi”ni kurarak ekonomi, dış politika ve sosyal hedeflerde ortak hareket etmek kararı aldılar. Birleşik ekonomik anlaşma ise yaklaşık 6 ay sonra 11 Kasım 1981 tarihinde Riyad'da imzalandı. Bu Konsey’e çok daha basit ve ilkel düzeyde Avrupa Birliği benzeri, Körfez Ülkeleri Birliği de denilebilir.
1995 yılında, babası Katar Emiri Şeyh Halife bin Hamad es-Sani’yi kansız bir darbe ile deviren Şeyh Hamid Bin Halife Al Sani, yönetimi ele alınca Katar’ın dış politikası da yavaş yavaş değişmeye ve KİK şemsiyesi altından uzaklaşmaya başladı. 18 yıllık iktidardan sonra asırların Arap geleneği olan ölene kadar iktidar uygulamasını değiştirdi ve 25 Haziran 2013 tarihinde yaptığı "artık yeni neslin iktidarda rol alması gerektiği" açıklaması ile Katar Emirliği görevini Veliaht Prens Şeyh Tamim bin Hamad El Sani'ye devretti. Dünyanın en genç liderlerinden biri olan Şeyh Tamim, yüksek öğrenimini İngiltere’de, Sherborne, Sandhurst Kraliyet Askeri Akademisi ve Middlesex Harrow School'da yaptı. 1850 yılından beri Sani ailesi tarafından yönetilen Katar’ın son 2 Emiri, Katar’ı Batı’dan ve Suudi Arabistan’dan tamamen bağımsız bir ülke haline getirmenin adımlarını atmaya başladılar.
1997 yılında Katar’ın dış politikasını değiştirmek ve Katar'ı Suudi Arabistan'ın şemsiyesi altından çıkarmak politikasını yürürlüğe koyan Şeyh Hamad, zemini sağlam bir şekilde hazırlayınca, yerine geçen Şeyh Tamim aynı politik yoldan ilerlemeye devam etti ve geçen hafta bu değişim sancılı bir şekilde zirve yaptı.
Katar küçük bir ülke ama kişi başı geliri dünya üzerinde ilk 20 ülke içinde.   
1970 yılındaki Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası sadece 300 milyon dolar olan Katar’ın 2015 yılı Gayrı Safi Yurtiçi Hasılası 164.60 Milyar Dolar. Boyuna göre bayağı büyük bir rakam olan bu hasıla petrol üretim ve ihracatından kaynaklanıyor.
1997 yılından itibaren Katar, uluslararası camiada sesini duyurmaya ve her geçen yıl sesini biraz daha gürleştirmeye başladı. Günümüzde Katar artık bölgede, Suudi Arabistan’ın kuklası olmak yerine önemli ve görüşleri dikkate alınması gereken bir ülke konumunda. Özellikle de bölgenin zıt kutupları olan İran ve Suudi Arabistan arasında denge politikası yürütüyor, kendi siyasi ve ekonomik çıkarlarını da korumayı başarıyor. Buna ilaveten, Batı’nın terör örgütü olarak tanımladığı Hamas gibi İslami Hareketlerle de Batı’yı gücendirmeden sıcak ilişkiler içinde ve bölgedeki halkın bir parçası ve temsilcisi durumda. Gerçekte Katar bölgenin kilit ülkesi haline gelmiş durumda. Suudi Arabistan bu gelişmeden ve liderliğin elden gitmesinden çok rahatsız ve ısrarla Katar’ın tekrar KİK altında girmesini ve kendi yanında olmasını istiyor. Zaten sorun da bu istekte. Bu şamadan sonra Katar'ın gücünü kırmak için, Suudi Arabistan ve Abu Dabi bir araya gelip, yanlarına diğer 3 Arap ülkesini de alarak “Karşıt Arap Devrimi” blokunu oluşturdular.
Batılı hackerlerin saldırısı sonrasında 23 Mayıs gecesi Katar Resmi Haber Ajansı (QNA) sayfasına konan, Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani'nin güya söylediği iddia edilen "ABD'ye karşı ve İran'ı destekleyici" açıklamanın yer alması krizi anında başlattı. Aynen 15 Temmuz’da Türkiye’de sahneye konduğu gibi 23 Mayıs’ta da birileri Katar’ı cezalandırmak ve gözden düşürmek için planlı bir şekilde düğmeye bastı. İşin ilginç tarafı Suudi Arabistan da bir başka Körfez ülkesi olan Birleşik Arap Emirliği’nin (BAE) etkisi altında.
Katar aynen Türkiye’nin dış politikasının önemli bir parçasını oluşturan “bölgedeki halkları desteklemek ve onların haklarını korumak” siyasetini uyguladığı için, 15 Temmuz darbesi sırasında Türkiye’ye saldıran BAE medyası şimdi de aynı türdeki yalan, iftira ve çamur atma yöntemi ile Katar’a saldırmakta. Çok iyi eğitimli ve Başbakanlık deneyimi de olan Şeyh Tamim’in, bilgisi ve elindeki neredeyse sınırsız para gücü ile bu krizi kendi lehine çevireceği kesin….
Artık Orta Doğu’da politik dengeler, Batılıların tasarladığı şekilde değil, yöresel ülkelerin istediği yönde oluşacak…          
KIBRIS’TA TEMMUZ KERAMETİ
Prof. Dr. ATA ATUN
Bu sabah KKTC yerel saati ile 02:00’de New York’taki BM binasının 38’inci katında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide, KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ve Rum lider Nikos Anastasiadis birlikte bir yemek yediler.
Yemekte konuşulan konu Kıbrıs Müzakerelerinin devam edebilmesi için süreçteki tıkanıklığın nasıl aşılabileceği ve Cenevre yolunun nasıl ve hangi şartlarla açılabileceği.
Rum tarafının doğalgaz aramalarını başlatacağı Temmuz ayı, gerçekte kritik bir tarih Kıbrıs’ın kaderi konusunda.
BM tarafında, müzakerelerin organizatörü Eide’nin yakın dostlarından sızan bilgilere göre Eide, Temmuz’da BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanlığı görevini bırakacak ve Norveç’e geri dönerek Eylül ayında yapılacak Parlamento seçimlerine katılacak. Eide geçmişte, 2009 yılında yapılan seçimleri kazanan İşçi Partisinin lideri Jens Stoltenberg’in kurduğu hükümette, Kasım 2011’den Aralık 2013’e kadar sırası ile Savunma ve sonra da Dışişleri bakanlığı görevlerinde bulunmuştu. 2013 yılındaki seçimlerde İşçi Partisi hezimete uğrayınca iktidar Muhafazakar Partiye geçmiş ve hükümeti de “Demir Kadın” lakaplı Erna Solberg kurmuştu.
Eide’nin yaptığı hesaplara göre, 2017 Eylül’ünde Norveç’te yapılacak seçimlerde hem milletvekili seçilecek, hem de iktidarı ele geçirecek olan İşçi Partisi’nin Dışişleri bakanı olacak.
Kıbrıs Müzakereleri tarafında ise şu ana kadar gelinen noktada, halen daha uzlaşma bekleyen 10-12 civarında önemli konunun bulunması, hiçbir başlığının bunca görüşme, müzakere ve çabaya rağmen halen daha kapatılamadığı ve her başlığın kendi içinde de çözülmesi zor, birkaç tane kangren olmuş konunun halen tartışmaya açık bekliyor olması.   
New York’ta yemeğe oturan liderler arasında derin ayrılıklar var.
Akıncı, “Cenevre’nin son olması, sonuç üretmesi için New York’ta üzerimize düşeni yapacağız. Ön koşullar Kıbrıs’ta kabul edilmediği gibi, New York’ta da Cenevre’de de kabul edilmeyecektir. Uzlaşılmış zeminler var. Bu çerçevede tüm başlıkları ele almaya, birbiriyle ilintili olarak değerlendirmeye ve bunları sonuca götürmeye hazırız” derken, Anastasiadis, “Güvenlik ve Garantiler başlığını bitirelim ya da bitirmeye çok yakın hale getirelim, ondan sonra da toprağa geçelim, toprağı da bitirelim, ondan sonra diğer 4 başlığa bakarız” diyerek Cenevre’de Türk tarafını Harita sunmaya zorlayan ilk siyasi tuzağının yeni bir versiyonunun haberini vermekte gerçekte.
Anastasiadis’in niyeti belli. Aynen toprak konusunda yaptığı gibi Mustafa Akıncı’yı siyasi manevralarla Güvenlik konusunda oyuna getirip, seçildiğinin daha ilk günü “Güvenlik ve Garantiler konusu tabu değildir” açıklamasına uygun olarak mevcut Güvenlik ve Garantilerin değişimi doğrultusunda adım atmaya, öneri sunmaya zorlayacak.
Görünen köy kılavuz istemezken, Akıncı tarafından “Rum tarafında Şubat ayında seçimler var, Anastasiadis çözümden vaz geçmiş görünerek seçimlere yönelik yatırım yapıyor” gerekçesinin öne sürülmesi hiç te inandırıcı değil. 2013 yılında seçildiğinden beri Kıbrıs Müzakerelerinde yapıcı hiçbir girişim yapmayan, tam tersine “Türkler azınlıktır, Azınlık çoğunluğa eşit olamaz, yönetimde hak ve söz sahibi olamaz” diyerek tavrını ve geleceğe yönelik düşüncelerini ortaya koyan Anastasiadis’in, Temmuz ayından itibaren,  Şubat’ta Rum tarafında seçim yapılacak diye hangi tutumunu değiştireceğini gerçekten çok merak ediyorum…
GEÇMİŞTEN DERS ALMAK
Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber Kıbrıs Türk gazetelerinin geriye dönük arşivi oluşturmaya başladıktan sonra bir araştırmacı olarak bu arşivden çok yararlanmaya başladım. Geçen aylarda Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisinde 15-22 Ocak 1950 tarihleri arasında gerçekleştirilmiş Plebisit kararının Rum okullarında anılması konusunda yasa yapılınca söz konusu arşivi karıştırmaya başladım. O günlerde Kıbrıs’ın durumu neydi, niye Plebisit yapılıyordu, Türk Rum ilişkileri ne düzeydeydi, sıkıntılar ne idi gibi sorular kafamda, arşivi taradım.
Türk Rum ilişkileri berbatmış 1950 yılında.
“Geçmişte Rumlarla birlikte mutlu yaşıyorduk” yalanını ve balonunu yaymaya çalışanların aksine hiçte iyi değilmiş ilişkiler. Rumlar çoğunluk olarak ele geçirdikleri işyerlerinde, kamuda, yarı kamuda ve benzeri yerlerde işe alınmış hiçbir Türk yokmuş. Sokak isimlerindeki Türkçe adlar kaldırılmış ve yerlerine Rumca adlar konarak sadece Rumca ve İngilizce yazılıymış sokak isimleri.
13 Ocak 1950 tarihli HÜRSÖZ gazetesindeki “Atina’dan gelen bir Yunan gazetecisi ile mülâkat” başlıklı yazı kelimesi kelimesine aşağıdadır.  Gerçekte bu yazı 67 sene evvelki durumu net bir şekilde gözler önüne sererken, aramızdan bazılarının da Rum ağzıyla konuşup, çanak tuttuğu “Türk askerinin adadan gitmesi” ve “Türkiye’nin garantörlüğünün kaldırılması” durumda başımıza geleceklerin kehanetinde de bulunmaktadır.
HÜRSÖZ, 13 Ocak 1950:
“…. Dün gazetemizin imtiyaz sahibi ite Atina’da çıkan “ Akropolis” gazetesinin, plebisit için Kıbrıs’a göndermiş olduğu temsilcisi Bay Thom Tsakirides arasında bir konuşma yapılmıştır. 15’inde yapılacak plebisit için adaya gelmiş bulunduğunu belirten Bay Tsakirides, Kıbrıs Türklerinin neden Yunanistan’a İlhak istemediklerini öğrenmek istemiş ve gazetemiz imtiyaz sahibi tarafından verilen izahatı dinledikten sonra şu suali sormuştur.
-          Kıbrıs Türkleri ne istiyorlar? İlhak istemediklerine göre Kıbrıs’ın geleceği için ne düşünüyorlar?
İmtiyaz sahibimiz bu suali şu şekilde cevaplandırmıştır:
-          Kıbrıs Türk halkı bu günkü siyasî ahval tahtında statükonun muhafazası var. Fakat Kıbrıs’ın herhangi bir el değiştirmesi icap ederse burasının Türkiye’ye ilhakı talebindedir.
Bay Tsakirides bunun üzerine demiştir ki:
Kıbrıs Türkleri Türkiye’yi, Rumlar ise Yunanistan istediklerine bakılırsa (Türk - Yunan dostluğu ve sıkı münasebetlerini düşünerek) şu halde Adada müşterek ve sembolik bir Türk-Yunan idaresi kurulmasına ne dersiniz?
İmtiyaz sahibimiz bu sual üzerine böyle bir fikri ilk defa olarak işitmekte olduğunu ve sayın meslektaşımızın bu nokta-i nazarın İçendi gazetesinde Yunan halkına sunmasını ve neticesini görmesini tavsiye etmiş ve sözü başka bir safhaya intikâl ettirerek Türk-Yunan dostluğuna rağmen adadaki Rum unsurunun Türk halkından her zaman uzak ve iki cemaatin daima birbirlerine yaklaşmaktan kaçınmalarının sebeplerinden Rum ileri gelenlerini ve siyaset adamlarını mesul tutmuştur. Türk halkına reva görülen ayrı ve düşmanca muameleye küçük bir misal olmak üzere, Türk ve Rum halkının ödenekleri ile idame olunan Lefkoşa ve diğer kazalardaki elektrik şirketlerinde memur ve işçi olarak bir tek Türkün çalıştırılmamasını göstermiştir. Lefkoşa gibi nüfus bakımından önemli bir Türk varlığına sahip bulunan bir yerde bile Başkan Yardımcısı’nın Türklerden seçilmeyişini ve Türk sokaklarının imarının ihmali ile bazı sokak isimlerinin yalnız Rumca ve İngilizce yazılmış olmasını ve daha birçok bunlara benzer ufak ve fakat çok önemli meseleleri ve haksızlıkları zikreden başyazarınızın bu pek haklı tenkitleri karşısında Bay Tsakirides, Yunan iradesinde bunların olmayacağını tahmin ettiğini belirtmiştir!!
Adadaki müteaddit Yunan şirketlerinde de Türk işletmemek ve Türkü hakir görmek prensibinin esas tutulduğunu ve binaenaleyh Türk halkının bu gibi vaadlere asla aldanmayacağını açıkça belirten gazetemiz başyazarının kati ifadesi karşısında Yunan gazeteci dostumuz, genel politika mevzuuna geçmiş ve dünya keşmekeşi içerisinde Türk-Yunan dostluğunun lüzum ve ehemmiyetini belirterek kendisinin bu dostluğun şiddetli müdalilerinden olduğunu açıklamış demiştir ki:…”
“Anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az” demiş atalarımız. Umarım bu yazıyı okuyan art niyetliler, geçmişimizden bir kesiti öğrenirken, geleceğimizin de nasıl olabileceğini ve Kıbrıs sorununun 1974 yılında değil, bundan bir asır önce başladığını, Kıbrıslı Türklere reva görülen zorluk ve mezalimi anlayabilirler.

2 Haziran 2017 Cuma

IĞDIR’IN AL ALMASI KIZARIYORSA &TARİHTE KURULAN İLK TÜRK CUMHURİYETİ: KARS DEMOKRATİK CUMHURİYETİ; Mahiye Morgul

IĞDIR’IN AL ALMASI KIZARIYORSA...
Mahiye Morgul
Iğdır’da 4 Haziran belediye meclis seçimi yaklaşırken Ulusal Kanal Iğdırlılara ekranlarını açtı. Vatan Partisi Iğdır’da birlik ateşini harlıyor. Bu birliği kurmak seçimlerden daha önemlidir. Çünkü küresel vahşiler İran Türkiye savaşı tezgâhlamanın peşindeler. Yapılacak iş Iğdır’da bir set kurmaktır.
Iğdırlılar savaş nedir, düşman nedir, işgal nedir, katliam nedir bilirler. Yüz yıl önce yaşadıklarını unutmuyorlar. Ermeni ayaklanmasını kimlerin kışkırttığını da biliyorlar. Ermeni çetelerin 1915’de yaktığı köylerin acılarını taze tutmak için anıtlar yaptılar, ben de gidip gördüm.
Biraz daha tarih karıştıralım... Iğdırlıların İngiliz planlarına direnme devlet kurma geleneği vardır. Osmanlı devleti İngiliz’e silahlarını teslim bayrağı çekerken onlar bağımsızlık bayrağı açtılar, silahlarını vermediler ve Kars-Ardahan-Batum (Evliye-i Selase) bölgesinde bir Şura Devleti kurdular. Resmi dili Türkçe olan, 18 yaşına gelen kadın erkek herkesin oy kullanma hakkı olan bir anayasa yazdılar.
Parlamentoda Batum’dan Diyadin’e kadar, Bitlis’e kadar üyeler vardı. 24 Aralık 1918’de İngilizler Kars’ı işgal etti ve 12 parlamenteri esir alıp önce Batum’a (Ardahan Hapishanesine), oradan da Malta Kalesine götürdüler. Malta’dan denizaltıyla kaçırılan 18 kişiden onikisi onlardı. Bir de İstanbul Karakol Teşkilatını kuran İngilizleri çok öfkelendiren Kara Kemal, bu önemli.
 Mondros hükümlerini uygulamakla görevli Erzurum İngiliz valisi Rawlingston en çok da Türklerin silahlarını toplayamamaktan şikâyetçiydi. Kazım Karabekir’i silahları vermediği için hiç sevmiyordu.
İngiliz işgaline rağmen 17-18 Ocak 1919’da Kars’ta Dr.Esat Bey başkanlığında bir kongre daha toplandı. Aşağıda bu kongrede çekilmiş bir fotoğraf görüyorsunuz.  
Fotoğrafa dikkatle bakınca, oturanlardan soldan ikinci ve onun omuzu üzerinde ayakta olan uzun boylu olan bana çok tanıdık geldi; Batum-Rize grubundan İpsiz Recep Emice ve Çanakkale kahramanı Topçu Yüzbaşı Süleyman Asaf!  
İpsiz Recep arşivlerinde de buradaki oturuşuyla gördüğümüz Recep Emice’yi ve Karadenizli kahramanlarımızı Iğdırlılara yeniden anlatmak gereği doğmuştur. Iğdır’ın al alması, kızıl elması budur.
Aynı siteden yer alan bir diğer fotoğrafta baş bağlama şekillerinden anlaşılacağı üzere Doğu Karadeniz Kuvayi Milliye Kahramanları oradadır.  
Aslında bu yazımda Iğdır tarihinde önemli bir başka kahramanlıkları anlatacaktım, fakat internette arşiv tararken gördüğüm fotoğraflar beni o yöne çekti.
Diyadin ve Iğdır, Kars Cumhuriyetinin önemli merkezlerindendi. Bölgede Milattan sonra 4. yüzyıldan 6.yüzyıla kadar Şeddai (Sasani kraliçesi Seyyid Ana Zeynep’ten adını alırlar) adıyla tarihe geçmiş bir kahraman kavim var. Pakratunilerle savaştılar. Yani Ermeni ve Gürcüleri Hristiyanlaştırarak onları Pre-İslam kavimleri olan Anadolu ve İran topraklarında kurulan Sasani Türkmen devletine karşı kullanan Pakratilerle savaştılar.   
Sasani Hanlığının Aslanlı Güneşli bayrağı şu anda Iğdır evlerinde hatıra saklanır. Sasani beylerinin hanedan adı Karapapak diye geçer, yani karakalpak takmış olan Babegi’ler... Sonraları bu ismi Hacıbektaş’ta Babaganlar/Babailer olarak görüyoruz. Osmanlı’nın kuruluşunda da İngiliz tefecilerle savaşan onlardı. Onlar, Anadolu birliği için çalışan, “Birliğimiz dirliğimizdir” diyen Işığın Oğulları...  
Orada, Iğdır’da, şimdi bir telli turna havalanıyor.
Ocağı yanık tutan kutlu bir töreden gelenlerin yaşadığı bu yerde, o ışığın daha da yükseleceğini görebiliyorum. Birlik için umut ışığına hepimizin ihtiyacı var.
Iğdırlılar bugün tarımı yok eden ve ülkemizi bölünme noktasına getiren iktidara ve buna çözüm üretmeyen diğer partilere umudunu kaybettiği için Vatan Partisine yöneliyor.
Vatan Partisinin Iğdırlılara en büyük seçim armağanı Ermeni soykırım iddialarını fiilen bitirme noktasına kadar getirmiş olmasıdır. O mücadelede ben de vardım, İpsiz Recep Emice’nin torunu Emin Gürses de vardı. Yani yukarıdaki fotoğrafa dönecek olursak, umudumuzu kesmeden güneşe doğru yürümeye devam edelim.
Iğdır’ın al alması kızarıyorsa birliğimizin güneşi yeniden doğuyor demektir. Hayırlı olsun! 
Ve, çok severek söylediğim Gitarla Kars Türküleri kaydını ve “Iğdır’ın al alması” türküsünü bugün benden dinlemek isterseniz:
2.6.2017
Mahiye Morgül
TARİHTE KURULAN İLK TÜRK CUMHURİYETİ: 
KARS DEMOKRATİK CUMHURİYETİ
Tarihte kurulan ilk Türk Cumhuriyetini biliyor muydunuz? Kars Cumhuriyeti’ni daha önce duymuş muydunuz? Peki ilk Türk sivil anayasasının bu hükümete ait olduğundan haberdar mıydınız? Peki ya kadınlara seçme ve seçilme hakkını ilk olarak bu hükümetin verdiğinden?
Buyrun o zaman…

Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti ya da…

guney-bati-kafkas-cumhuriyeti

Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümeti olarak bilinir

cenub-i-garbi-kafkas-hukumeti

Mondros Ateşkes Antlaşması sonunda ‘Elviye-i Selase’ dışarıda kalınca 5 Kasım 1918’de Kars İslam Şurası kurulur

kars-islam-surasi

Elviye-i Selase, Kars, Ardahan ve Batum illerinin ortak adıdır

kars-ardaha-batum

Iğdır’ı merkez seçen Aras Türk Cumhuriyeti ve… (3 Kasım 1918)

turk-aras-cumhuriyeti

Ahıska Hükümet-i Muvakkata’sı da kendi bölgelerini savunmak adına faaliyete geçmiştir (29 Ekim 1918)

ahiska

Bu kuruluşların amacı bölgelerini düşman işgaline açık hale getirmemekti

ingiliz-isgali

Kars İslam Şurası 15 Kasım’da Birinci Kars Kongresi düzenler, 8 kişilik geçici heyet belirlenir ve 30 Kasım’da İkinci Kars Kongresinin düzenlenmesine karar verilir

kars-islam-kongresi

30 Kasım geldiğinde Milli Şura Hükümeti kurulur

kars-kongresi-2

60 yöresel temsilcinin katılımıyla hükümetin başkanlığına Cihangirzade İbrahim Bey seçilir

cihangirzade-ibrahim-bey

Aras Türk Cumhuriyeti ve Ahıska Hükümet-i Muvakkata’sı da bu hükümete katılır

yasain-turkistan

Milli Şura Hükümeti’nin ilk askeri sınavı Batum’da gerçekleşecekti

ingiltere-batum-isgali

Gürcüler 7 Aralık’da Batum’a saldırır ancak Türk askerinin savunması onları geri püskürtür

gurcu-batum

24 Aralık 1918’de İngilizler Batum’u işgal eder ve Türk askeri geri çekilmek zorunda kalır

isgal-batum

17-18 Ocak 1919 tarihlerinde Kars’ta Doktor Esat Oktay Bey önderliğinde bir kongre daha düzenlenir

doktor-esat-bey

131 temsilcinin katıldığı kongrede Milli Şura Hükümeti’nin adı Cenub-ı Garbi Kafkas Hükümeti olarak değiştirilir

kars-cumhuriyeti2

Başkanlığına yine Cihangirzade İbrahim Bey seçilir

cihangirzade-ibram-bey

Hükümet, Kars, Ardahan, Batum, Ahıska, Ahılkelek’in batısı, Eçmiadzin ve güneybatısı, Erivan’ın güneyi, Nahçıvan, Kağızman ve Oltu bölgelerini kapsar.

batum-ardahan

Yeşil ve kırmızı zemin üzerinde bulunan ay-yıldızlı bayrak kabul edilir

kars-cumhuriyeti

Parlemento 12 üyeli Bakanlar Kurulu ve 131 milletvekilinden oluşmuştur

sivas-kongresi

Kabinede iki de Rum bakan vardı (Pablo Camus ve Stefani Vafiades)

iki-rum-bakan

18 maddelik Anayasa ilk sivil anayasa niteliğindeydi

ilk-sivil-anayasa

1921’deki anayasamızın temelini oluşturan yasada Türkiye kelimesi ilk kez kullanıldı ve Türkçe resmi dil olarak kabul edildi

ilk-turkce

Günümüz şartları değerlendirildiğinde öne çıkan en önemli madde ise, 18 yaşını tamamlamış kadın ve erkeklerin oy kullanma hakkına sahip olmasıydı

turk-kadinlar-gunu

Bölgede bulunan İngilizler hükümetin varlığına ilk zamanlarında pek fazla ses çıkarmasalar da…

ingilizler

İstenilen imtiyazlar yerine getirilmeyince 13 Nisan 1919’da Kars’ı işgal ederek son verirler

ingiliz-ingiliz

Bakanlar Kurulu’nun dolayısıyla hükümetin 12 üyesini önce Batum’a, daha sonra Malta’ya sürerler

malta-surgunu
http://listelist.com/kars-demokratik-cumhuriyeti/