29 Mart 2018 Perşembe

BAĞIMSIZLIK YOKSA, Kölelik çok yakındır-Türkish Forum-Dünya Türkleri Birligi

BAĞIMSIZLIK YOKSA, KÖLELİK ÇOK YAKINDIR!!
"Turkish Forum - Dunya Turkleri Birligi"
Dr. Kayaalp BÜYÜKATAMAN
GENEL BAŞKAN
PTT’den bir kargo işlemi yaparken, bir kaç gencin ellerindeki kartı gösterip paralarının niçin yatmadığını sorduklarını gördüm.
Oturanlarla da aynı konu üzerine konuşmaları olunca, görevli gençlercen birine Kaymakamlığa gidip öğrenmelerini söyledi.
Ne parası olduğunu sorduğumda, görevli ; ‘’sosyal yardım parası ama, bir çoğunun ihtiyacı yok, her ay gelip alıp gidiyorlar’’ diye cevap verdi.
Neye göre ve ne kadar aldıklarını sorduğumda, kişi başı 50-60 TL ve her aile de, çocuk başına 80-100 TL arasında değiştiğini söyledi.
Hepsi mutarların belirleyip Kaymakamlığa bildirdiği isimler.
O saatte işinde gücünde, okulunda olması gereken insanların ellerinde ki kartlarla, yatacak olan paranın yatmamış olmasına üzülmeleri toplumun bilinen bir yüzüydü aslında.
Sabahın erken saatinde, bunlara tanık olduktan sonra, yine tarımla, çiftçiyle ilgili olan haberleri okuduğumda artık neye şaşırsak, neye üzülsek diye garip bir ruh haline büründüğümüzü farkettim.
Ziraat Mühendisleri Odası, yapmış oldukları yazılı açıklamayla, tarım alanlarında çiftçilerin kullandıkları sulama sularına, sayaç takılması konusunda yayınlanan kanun tasarısına tepkilerini ortaya koymuşlar.
Eğer bu tasarı yasalaşırsa, mahalleye dönüşenlerden geriye kalan köylerde durum ne olacak?
Her geçen gün sayıları azalan üreticlerin, zor şartlarda üretim yaptıkları, insan gücüne, sulama suyuna, ucuz mazota, gübreye, tohuma yetecek gücü kalmamışken şimdi de bahçesini tarlasını suladığı sulama sunyuna para ödeyecekler.
Çiftçi zaten zor durumda, bu tasarı kanunlaşırsa, üretimden yeterince koparılan köylü, mevcut topraklarını da üretimsizliğe terkedecektir.
Böylece sosyal yardım adı altında, yardım alan, iş beğenmeyen, işsizler ordusu daha da çoğalacak.
Ülkemiz Tarımı üzerinde oynanan oyunlara yenileri mi ekleniyor, köylünün üretim yapması için hükumetin destek vermesi yerine, köylünün işini zorlaştırıp, onu ekonomik zorluğa kimler neden itiyor ?
Bir çok köyde üretici zaten sulama suyu zorluğu yaşadığı için, bir çok ürünü ekmekten çoktan vaz geçmiş durumdadır.
Çoğu köylerde , akarsuların kirlenmiş olmasıyla birlikte, özellikle balık çiftliklerinin bulunduğu kaynaklardan gelen suların tarım arazilerine nasıl zarar verdiğini üreticiler çaresizce anlatıyorlar.
Köylerde sosyal yardım parası alması için, ev ev bilgi toplayıp, köylüyü sadaka almaya mecbur bırakan sisteme sesini çıkarmayan muhtarlar, bu sulama suyu konusunda ne düşünüyorlar?
Hangi köylünün, üreticinin sorunlarını ilgililere bildiriyor, çözüm bulmak için zaman harcıyor?
Bu yanlış politikalar yüzünden, daha ne kadar toprağımız kurumaya, çölleşmeye, terk edilip ranta kurban edilecektir?
Ülke topraklarına bu kadar haince yaklaşım ne zaman sona erecektir?
Bu dayatmalar yüzünden, ne kadar köy daha mahalleye dönüşecek, köylü ve köylülük yok edilecektir?
Her türlü zorluğa, imkansızlığa ve dayatmaya karşı direnen, toprağına tohumuna sahip çıkan köylülerimiz iyi ki var, onların hakkını kim koruyacak?
Onlar bu sisteme daha ne kadar dayanabilecektir?
Üreticinin, ürettiği ürüne vereceği suyu sayaca bağlamak, sadece köylüye değil, yediğimiz ekmeğe de ihanettir.
Sayıları az da olsa, yerel üretim yapan köylülerin emeğine saygısızlıktır.
Zor şartlarda kurtlar sofrasında karnını doyuran köylü; tarlasını, toprağını bırakıp nereye gitsin? Köylü, çiftçi üretim yapmayacaksa nasıl geçinir, nasıl hayatta kalır?
Avrupalıların tarım artıklarını, onların sınır dışı ettiklerini daha ne kadar tüketmek zorunda kalacağız.?
Kendi tarım üretimini dengelemek isteyen AB fazlalıklarını bize satarken, bizim üretim yapmamızı elbette istemeyecektir. Avrupa NBŞ’yi kendisi için yasaklarken, bize rahatlıkla satabiliyor.
Meralarımız, tarlalarımız boş kaldı, ranta açıldı.
Tarım ve hayvancılık giderek yok ediliyor.
Ekilmeyen topraklar, yabancıların iştahlarını kabartırken, aslında bu topraklar yurt olmaktan uzaklaştırılıyor.
Bunların nedenlerini hepmiz biliyoruz. Millet olarak bizim en büyük özelliğimiz, ülkemizi, geleceğimizi ilgilendiren konularda tek yürek olabilmemiz.
Hepimize düşen görevler var, bilgilenmek ve bilinç uyandırmak.
Özellikle Muhtar’ların vatansever, milli tarıma, milli üretime gönül vermiş, inanmış olmaları çok önemlidir.
Önce kendimizden başlayıp, daha çok sorgulayacağız.
Hepimizin yaşamını, geleceğini ilgilendiren, bize miras değil emanet edilen topraklarımıza sahip çıkarken,
Dağdan akan suyun akışı kesilmesin,
Dereler doldurulmasın,
Sularımız, topraklarımız HES’lere kurban edilmesin,
Köylümüze, çiftçimize sahip çıkalım.
Nerede bir emek mücadelesi varsa omuz verelim.
Nişasta Bazlı Şeker istemiyoruz diye söylenmek yerine, Şeker Fabrikalarımızın yaşatılması için destek olalım.
Ülkemizin en büyük doğa katliamlarından olan HES’lerle mücadele eden halkımızın yanında yer alalım.
Unutmayalım;
Su yoksa, hayat yoktur.
Tohum yoksa, ekmek yoktur.
Köylü yoksa, üretim yoktur.
Bağımsızlık yoksa, kölelik çok yakındır.

”Milli ekonominin temeli tarımdır.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

23 Mart 2018 Cuma

O, Büyük ATA, 24 ayar bir TÜRK'TÜ. "Mustafa Kemal Atatürk, 21 Mart 1922 tarihinde Ankara’da yapılan Türk Dünyası'nın ortak değeri Nevruz Bayramı kutlamalarında…"

O, Büyük ATA, 24 ayar bir TÜRK'TÜ. Atatürk 21 Mart 1922 tarihinde Ankara’da yapılan Nevruz kutlamalarında…

Atatürk 21 Mart 1922 tarihinde Ankara’da yapılan Nevruz kutlamalarında
Atatürk, Nevruz Bayramının, Türklüğün en eski bayramlarından biri olduğunu biliyordu. Bu nedenle de İstiklal Savaşı’nın karanlık günlerinde yüce Atatürk, milletimizi birlik beraberlik içinde tutmak, halkın moralini yükseltmek için sık sık at yarışları, güreş, müsamere gıbi etkinlikler düzenletiyor ve o sıkıntılı günlerde halkın heyecanını arttıracak her türlü etkinliği yaparak, hem Nevruz’un bize ait olduğunu vurguluyor, hem de Nevruz şenlikleriyle halkın moralini yüksek tutmaya çalışıyordu. Halkın kendi içinde yaşattığı kültürel değerleri ne kadar önemsediğini gösteriyordu.
“Cumhuriyetin temeli yüksek Türk kültürüdür” diyen Atatürk’ün, Nevruz kutlamasına bizzat katılması, aslında onun çok zor bir yolda yürürken her şeyi ne kadar detaylı düşündüğünün de bir göstergesidir. Sadece askeri ve siyasi zaferler tek başlarına çok fazla bir şey ifade etmezler. Önemli olan, bu zaferleri kazanan milletlerin nasıl yaşadıkları, kendi milli kültürlerine ne kadar bağlı olduklarıdır. Kültürel zaferler ise ancak milletlerin kendi kültürlerini canlı tutmaları ile mümkündür. Kendi kültürünü terk eden milletler ise benimsedikleri yeni kültür içinde erimeye ve yok olmaya mahkumdurlar. Bu duruma örnek olarak, Bulgar Türklerini, Hazar Türklerini, Avrupa Hun İmparatorluğunu, Mısır’da Memlük Türk Devletini gösterebiliriz.
İşte bu düşüncelerle Atatürk Nevruz kutlamalarına bizzat katılmış ve bu kadim Türk bayramının yaşamasına ne kadar önem verdiğini göstermiştir.
23 Nisan 1920 tarihinde TBMM açıldıktan sonra ilk Nevruz 21 Mart 1921 tarihinde kutlandı. II. İnönü Muharebeleri öncesinde bu kutlama şenlikleri çok sönük geçti. Çünkü, Bursa-Bilecik yöresinden Yunan birliklerinin taarruza geçtikleri haberleri Ankara’ya ulaşmaktaydı. 1. İnönü Zaferi kazanılmıştı ama henüz güçlü bir ordumuz yoktu.
İstiklal Savaşı sırasında Ankara’da en görkemli Nevruz kutlaması Büyük Taarruz’a hazırlık yapıldığı günlerde 21 Mart 1922 tarihinde yapıldı. O gün, Taşhan Meydanı (Hakimiyet-i Milliye Meydanı)’nda öğrencilerin katıldığı bir geçit töreni düzenlendi. Ayrıca, günümüzde Meteoroloji Genel Müdürlüğü binası olarak hizmet gören binanın, dönemin Genelkurmay Başkanlığı binasının bulunduğu tepenin altındaki düzlükte öğrenciler toplanarak halkın huzurunda spor gösterileri yaptılar, şiirler okudular. Gösterileri izleyen Ahmet Emin Yalman, Ankara’daki Nevruz kutlamalarını şu cümlelerle anlatmaktadır: “Ankaralılar, geleneksel Nevruz şenliklerine her yıl büyük coşku ile katılır, ‘baharın gelişini sevinçle karşılardı. Geçen yıl İnönü Muharebeleri nedeniyle Nevruz şenlikleri sönük geçmişti. 1922 şenliklerinin daha canlı olması için bütün okullar haftalar öncesinden hazırlığa başladılar. Nevruz şenlikleri, Ziraat Mektebi’nin, yani Genelkurmay Başkanlığı’nın bulunduğu küçük tepenin altındaki çayırlık alanda yapıldı. Hava güneşlikti. Ankaralılar, çayırın çevresini doldurmuşlardı. Mustafa Kemal Paşa, Ankara’daki Sovyet Rusya, Azerbaycan, Afganistan ve Buhara elçileriyle birlikte büyük bir çadırdan gösterileri izledi. Gösteriler, öğrencilerin heyecanlı konuşmaları ve yurtseverlik şiirleri okumalarıyla başladı. Ankara Sultani (Lise) ve Darülmuallimin (Erkek Öğretmen Okulu) Mektepleri öğrencileri spor gösterileri yaptılar.
Azerbaycan Sovyet Cumhuriyeti Başkanı Nerimanof, Nevruz kutlamaları dolayısıyla 24 Mart 1921 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle bir telgraf göndermişti:
“Cenubi Kafkasya Komiseri, Azerbaycan serbest Harbiye Mektebi Talebeleri, iki bölüklü Süvari Nişancı Türk Alayı askerleri, Türk Milletinin, büyük Nevruz Bayramını tebrik ediyor ve biz ümid ediyoruz ki Azerbaycan İnkılap Ordusu kahraman Türk Ordusu ile beraber Garp emperyalizmi tazyikinde bulunan Şark milletlerini yakında kurtarırlar. Yaşasın Şark İnkılap başları Mustafa Kemal!” Neriman Nerimanof Azerbaycan Hükümet Başkanı
Cumhuriyetin ilanından sonra da Atatürk’ün önderliğinde 1923 yıllından başlamak üzere Ergenekon Bayramı adıyla kutlanmış, ancak daha sonra Atatürk’ün vefatından sonra Türk kültürünü ve Tarihini unutturma amaçlı kutlamalar kaldırılmıştır.
Dünyanın en eski bayramı Nevruz, Türk dünyasında Göktürkler’in Ergenekon’dan çıkışı ve 12 hayvanlı Türk takviminde yeni yılın başlangıcı olarak binlerce yıldan bugüne kutlanıyor.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşı’ndaki Anadolu’yu, Ergenekon’a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır. Ergenekon Destanı’nda Bozkurt,öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler’e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Türklerin Ergenekon’dan çıkışı 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır. Ergenekon Destanı, bugün Türk Milleti’nin dünyaya nasıl yayıldığını ve çeşitli coğrafyalarda nasıl hükmettiğinin anlatan ve bugünde Bütün Türk Dünyasının hep birlikte Nevruz adıyla kutladığı bir bayramdır. (alıntıdır)
TÜRK BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN

Nevruz, Türklerin Bayramıdır,kelime olarak; yeni gün, toprağın ve hayatın canlanışı, baharın başlangıcı anlamına gelmektedir. Nevruz ile benzer kutlamalarda kullanılan, “yeşil, kırmızı, sarı” renkler geleneksel Türk renkleridir
Türkiye’de bir gelenek olarak devam etmekte olan Nevruz; altı Türk Cumhuriyeti (Azerbeycan, Türkmenistan, Tataristan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan) ile dokuz Özerk Türk Cumhuriyetinde “Milli Bayram”olarak kutlanmakta ve “Genel Tatil”günü olarak kabul edilmektedir.
Yeryüzündeki Türkler’de ve Türk kökenli tüm topluluklarda, bu günler birbirine benzer büyükşenliklerle kutlanır.
İlk Türk topluluk ve devletlerinde olduğu gibi M.Ö. 3.Yüzyılda Mete Han zamanında da bu kutlamaların büyük şenliklerle yapıldığına ilişkin bulgular mevcuttur.
Eski Türk topluluklarında ve devletlerinde olduğu üzere Selçuklu’larda ve Osmanlı’da da Nevruz kutlamalarıyapılmaktaydı.
Kaşgarlı Mahmut, Divan-ı Lügati’t Türk isimli eserinde“Türklerde yılın başlangıcı Nevruz’dur” demektedir.
Ayrıca Türk edebiyatı ve musikisinde Nevruz, 700 yıllık geçmişe sahip olan ve bir çok türü olan bir “musiki makamı“dır.
Atatürk de, 22 Mart 1922 günü Ankara Keçiören’de Nevruz Şenlikleri düzenletmiş ve bizzat katılmıştır.
“Nevruz”kutlamalarına ve “Ergenekon” adına bilerek veya bilmeyerek başka anlamlar yüklenmesi, bunu yapanlar adına büyük bir talihsizliktir. Çünkü tarih boyunca süregelen bu isimler ve büyük anlamlarıhiç bir şeyden etkilenmeyecek kadar saf ve güçlüdür.
2010’da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Türk kökenli bu şenliği, Dünya Nevruz Bayramı ilan etmiştir. Türk Bayramı Nevruz ve Ergenekon kutlu olsun.
Av.A.Erdem Akyüz
***
Türk dünyası Nevruz ateşiyle dirilişi kutladı

Doğanın uyandığı gün barış ve kardeşlik günü anlamlarına gelen Nevruz bayramı nedeniyle Türkiye Balkanlar, Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde coşkulu törenler yapıldı
Birleşmiş Milletler tarafından 2010’da Dünya Nevruz Bayramı olarak kabul edilen, yeni yıl, yeni gün olarak da kutlanan Nevruz’da dilekler tutulup ateşten atlandı, geleneksel yemekler yenildi, eski Türk giysileriyle törenler düzenlendi. Başbakanlık Tanıtma Fonu’nun katkıları, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Ankara Valiliği, Ankara Büyükşehir Belediyesi ve Uluslararası Türk Kültür Teşkilatı’ın (TÜRKSOY) iş birliğiyle Gençlik Parkı Kültür Merkezi’nde düzenlenen etkinlikte Büyükşehir Belediyesi Mehter Takımı gösteri yaptı. Etkinlikte konuşan Ankara Vali Yardımcısı Fatih Ahmet Kurt, Nevruz’un Türk halkları tarafından bir kurtuluş günü olarak algılandığını belirterek, “Nevruz, dostluk, kardeşlik ve iyilik bayramıdır” dedi. Konuşmaların ardından geleneksel nevruz ateşi yakıldı ve demir dövüldü. Daha sonra, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Moğolistan, Makedonya ve Türkmenistan gelen sanatçıların bulunduğu ekipler, geleneksel halk dansları gösterileri sundu.

İyi dilek günü
Eskişehir’de düzenlenen kutlama törenine Tacikistan’ın Ankara Büyükelçisi Faruk Şaripov da katıldı. Şaripov, Nevruz’un Türk cumhuriyetlerinden Hindistan’a kadar dünyanın her yerinde kutlandığını belirterek, “Nevruz, doğanın dirilişi, dostluk, kardeşlik anlamına gelir. Nevruz’da herkes birbirine güzel dileklerde bulunur. Biz de dostumuz olan Türkiye’ye barış ve refah, diliyoruz” diye konuştu. Kayseri’de, Erciyes Üniversitesi Sabancı Kültür Merkezi önünde düzenlenen törende konuşan Vali Vekili Erdoğan Aygenç, Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar olan Türk devletlerinde nevruzun, bahar bayramı olarak kutlandığını söyledi.

Bayram, terör şovuna döndü
Terör örgütünün ve HDP’nin günler öncesinden başlayan hazırlığına rağmen başta Diyarbakır ve Eskişehir olmak üzere bütün illerde Nevruz gösterilerine katılım az oldu Her yıl 600-700 bin kişinin geldiği tören alınında dün 200 bin kişi vardı. İstanbul ve İzmir’de Nevruz öncesi düzenlenen operasyonlarda toplam 2’si çocuk 37 kişi gözaltına alındı, Adana’da korsan gösteri yapmaya kalkan bölücülere sert müdahale edildi. Diyarbakır’da 5 bin 205 polisin görev aldığı alana Nevruz ateşi için yaklaşık 3 ton odun getirildi. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, yaptığı tehdit dolu konuşmada, “Kürtler Rojava’da herhangi bir yerde hak kazanmasın üzerine siyaset oluşturanlar kendileri de kaybediyor, herkese de kaybettiriyorlar” dedi.

15 Mart 2018 Perşembe

ŞÖHRET "Yalçın KOÇAK 18. Dönem Sakarya Millet Vekili"-Devlet Servet Hikmet

Ş Ö H R E T
Yalçın KOÇAK
18. Dönem Sakarya Millet Vekili
Devlet, Servet, Hikmet…
Bu üçlüde yaşayanların ve bu sıfatla makamlananlar her birinin ayrı görev tanımı vardır.
Devlette olan, Madeni Has, Terki Temas, Rüşvet ve İltimastan uzak olabilmelidir. Bu dörtlü zaten insanı ve toplumu helak eden illetleri davet eder.
Madeni Has ; Altın, Para, Tapu, Toprak hırsı mal toplayıcıları, gökleri delen bina yapıcıları. Ranta doymayan yeşil yağmacıları. Hep devlette yer alanların madeni has tutkusundan istifade edip palazlanmışlardır.
Terki Temas; Kolay ve haram kazançla yapılan şehevi evlilikler, varlık ve moda yarışması, toplumun dine olan saygısında yoksunluk, Kabe’ye yukarıdan bakan Towerlarda yapılan Umre ve Hac’larla işlenen günahlardan kurtulduğu zannetme gafleti ile yüksünürlük.
Rüşveti alanda, veren de melunsa ve iltimas da bir nevi rüşvet ise 40 hac yapsanız ne fayda?
Servet ehli ; Kolay birikmeyen bir varlığın sahibidir, yediği her lokmadan önce komşuyu, hısım, akrabayı ve garip gurebayı düşünen kişidir. Onun işi mal çoğaltmak değildir, işi çoğaltır, Aşı çoğaltır, Âlime hürmet eder, garibi korur.
Benim bildiğim asil ve medeni (en az üç kuşak şehirli) varlık sahipleri böyle yaparlardı.
Hikmet ehli’ne geldik ; Ankara’yı çıkışta Himmet dedemiz var (bereketi olsun) ve bir de tekerlememiz var “ Adı Himmet Dede, kendi himmete muhtaç.” Hikmet ehli olduğunu bir sürü sıfat kalabalığı ile himmet sahibi olduğunu beyan eden ya da müridanları tarafından üfürükten uçurulan şeyh ve halifelerinden geçilmez oldu zamanımız.
Bakıyoruz zamanında delik ayakkabı giyen zatlar Alman ve İngiliz’in hem de en üst segmentin de ki araçlarıyla adeta varlıkta bir birleriyle gösteriş yarışındalar.
Devlet, Servet ve Hikmet
Bu koltuklar, koltuk kabartma mertebeleri değildir. Liyakat bizim Medeniyetimizin vazgeçilmezidir, Şura gibi, Meşveret gibi ; Sivrilttiğimiz odunlar, kıymık oldu canımızı acıtıyor. 657’de köklü bir revizyon şart oldu, tavını kaçırmayalım.
Gıda Bakanlığı çok zan altında, DNA’lı gübre takip sistemine idüğü belirsiz bir sistemdir. Bakanlar kurulunda illaki görüşülmelidir.
Nişasta bazlı şekerden fareler kaçıyor dedik, işte sonuç aşırı kanserojen bir madde, sağlık harcamalarımız tavan yaptı, mali yapı alarm veriyor.
Tohum konumuz ise cidden bir facia; Bir model bulmalıyız?(şehirde yaşayan köyde ortaklık kursun üretime katkıda bulunsun gibi) Tarım ürünleri istihsalimizi üretim kabiliyetimizi süratle arttırmalıyız. Gelecekte ciddi bir gıda kıtlığı yaşayabileceğimiz yıllar geliyor, iklim değişiklikleri bunları haber veriyor da anlayanımız yok.  
Bunları helak edenin şöhret olduğunu geç de olsa anlasalar da iş işten geçmiştir.
Devlet, Servet, Hikmet neymiş bunları bozan kazip Şöhret ; (yalancı şöhret)

8 Mart 2018 Perşembe

"Amira Kolçak (KOLCHAK the POLAR), Bizden Biri"-Babür Hüseyin ÖZBEK

AMİRAL KOLÇAK (KOLCHAK THE POLAR) 
BİZDEN BİRİ
Babür Hüseyin ÖZBEK
Sancakta 3’üncü köprünün Anadolu ayağı altındaki Fil Burnu’nu, Poyraz Köy’ü ve Anadolu Feneri ışıklarını gerilerde bırakarak 5 millik seperasyon çıkışına ilerliyor, Karadeniz’e çıkıyorsunuz. Boğaz giriş – çıkış trafiği yoğun. Eskisi gibi kıyılardaki deniz fenerlerinden mesafe – kerteriz alarak mevki koyma dönemi çoktan bitti. Güçlü radarlar o işi görüyor.
Rota Samsun, Trabzon…gibi Türk limanları mı, yoksa Novorosisk’e, Akyar’a(Sıvastopol), Odesa’ya mı? Veya Azak Denizi’ndeki Berdyanski’ye, Taganrog’a mı? Yoksa bulanık suları ile tatsız bir görüntü sergileyerek Karadeniz’e dökülen Tuna’dan girip Galati’ye mi, İbrayil’e (Braile’ye) mi intikal edeceksiniz? Bizim sahiller hariç Odesa farklıdır, güzeldir, diğerleri ise sadece birer limandır. Akyar mı dediniz; o vatan hasretidir, kuzeyden Anadolu’ya bakan mahzun, elemli bir yüzdür.
Ne zaman gemi ile Boğazdan Karadeniz’e çıksam bu deniz ilk anda bir sıkıntıya ve içimde bir daralmaya sebep olur. Gözlerimin önünde geçmişte sanki kendimde o dönemlerde yaşamışım gibi bir film şeridi döner, döner, tekrar sarar ve hepsi de sıkıntılıdır. Şöyle ki:
1 – 10 Şubat 1929 gecesi Moskova’dan gelen tren Odesa garına girdiğinde bir zamanlar ülkenin ikinci güçlü adamı olan Leon D. Bronştayn Troşki’nin sürgüne gönderildiğini kimse bilmiyordu. Buzlarla kaplı limandan “İlyiç” adlı gemi zor avara etti. Troçki ülkesinde Lenin’den sonra hep ikinci adam oldu. Kızıl Orduyu kurdu. J.Stalin’den hep bir adım önde oldu, ama gene de ona yenildi.
Gemiye çıktığı son ana kadar Almanlardan giriş vizesi bekledi. Ret edildi. Hiçbir ülke J.Stalin’in baskısı nedeni ile vize vermiyordu. Bazı şartlarla Ankara hariç.
Orta boylu, yapılı, silindir şapkalı, gözlüklü, zeki bakışlı, çekingen bir adam eşi ve oğlu ile Türk topraklarına adım atıyordu. (12 Şubat 1929 ) Gemi Büyükdere önlerine demirlediğinde M.K.Atatürk’e verilmek üzere Türk yetkililere oğlu Leon Sedov tarafından verilen bir mektup gönderdi. Tokatlıyan Han, Şişli (Bomanti) ve Büyükada günlerini kapsayan 3.5 yıllık Türkiye deki günlerini hep yazarak geçirdi. Menşevikti yani “Sürekli İhtilal’ i” savunuyordu. Yaşadığı döneme damgasını vurmuştu.
Ülkesini terk ettikten sonra o topraklara son bakışını, Karadeniz’den İstanbul’a (356 deniz mili) intikal seyrini, korku ile karışık uyumadan geçirdiği 2 günü, hiç mi hiç unutmadı. Biz onu Taksim Anıtının üzerindeki 2 Rus generalden biri olan Mihail Vasilyeviç Frunze’yi Ankara ya göndermesi ile tanırız. Karadeniz’deki korkusu ile değil. Meksika’daki öldürülüşü hazindir, zira alçaklar sınır tanımaz.
2 – Şanlı Hamidiye kruvazörü Odesa limanına girer(1914) Rusların Kazbek kruvazörünü batırır diğer Kagül kruvazörüne de ağır hasar verdirerek süratle limanı terk eder. Bu olay Türk dünyasını sevince boğar. Bugün hala dillerde dolaşan, dinlendiğinde insanın içini titreten bir türkü var, Azerbaycan Gence’li şair Muallim Ahmet Cevad Hacıbeyli’nin söylediği şekliyle “Çırpınırdı Karadeniz bakıp Türkün bayrağına, Ah diyerdim, heç ölmezdim düşebilsem toprağına….Kazbek olsun ilk kurban, selam Türkün bayrağına….” Şair, 1937’de ; “Türk casusluğu ve Türklere yardım etmek”le suçlanarak J.V.Stalin’in emri ile kurşuna dizilir
Ve Karadeniz “O gün – Bugün” halâ çırpınıyor. Nisan 2014’te gasp edilen Türk Kırım’ın savunması Almanlara, Amerikalılara kaldı. Biz Ruslara domates satacağız, turist gelecek… Aman ha susalım, suni dostlarımız Ruslar incinmesin! Hani yıllarca stratejik dostumuz Amerika’yı da incitmemeye gayret ettik, gördük başımıza neler geldi.
3 – Yaşamı, savaşları, aşkları, mesleği ve deniz araştırmalarındaki başarıları, halkı ezmedeki kötü berbat mı berbat uygulamaları ile 4- 5 kuşaktır kullandığı Türk soyadı ile Türk mü değil mi tartışmasına sebep olan Amiral Alexander Vasilyevich KOLCHAK (16 Kasım 1874 – 7 Şubat 1920 ). Bazı yazarlar, tarihçiler, siz neden hala ısrarla soyadı üzerinde bir sis perdesi oluşturmaya çalışıyorsunuz? Kaç kuşak ataları ısrarla KOLÇAK soyadını kullanmış, istese değiştirirdi. Kısmen asimile olsa da o bizden biridir ve evet kötü örnektir, ama Türktür!
KÖKLERİ HOTİN KALESİNDE
1700’lerde Osmanlı’nın Rusya içlerine kadar uzanan uç beyliği ileri karakollarından biri Hotin Kalesi’dir. Bu kale bugün Romanya, Moldovya ve Ukrayna sınırlarının üçünün kesiştiği sınır boyunun 40 kilometre kuzeyinde, Ukrayna hudutları içinde Dinyester nehri üzerinde halen kendi adından da ünlü kalesi ile anılan bir kent Hotin ve Hotin Kalesi.
1739’da Hotin 60 bin Rus askeri tarafından kuşatılır. Bunu 900 Osmanlı askeri savunmaktadır. Kale düşer. Komutan İlyas Kolçak, ailesi ve oğulları Mehmet ve Selim Beyler artık esirdir. Selim Kolçak’ın İstanbul’a gidişine izin verilir. Diğerleri St. Petersburg’a sürülür. Bir yıl sonrada 19 Şubat 1740’da ülkelerine dönmelerine izin çıkar.
Bir heyecan kasırgası eser, dönüş yolunda Padişah I.Mahmut’un Hotin kalesini düşmana sattıkları, İstanbul’a avdetlerinde idam edilecekleri haberi gelir. Baba, o kahraman adam İlyas Kolçak yoldan döner. Sıkıntılı yaşamı 3 yıl sonra 1743’de Ukrayna’da, Zitomir kentinde, vatan hasreti çeke çeke son bulur, vefat eder.
Keşke vatanına dönüşüne müsaade edilse idi!
Rusya’da kalan diğer oğlu Mehmet Kolçak din değiştirir, Ortodoks olur. E tabi! mükâfatlandırılır, şövalyelik payesi verilir. İşte Mehmet Bey’in çocuklarının çocukları bu şekilde neslini devam ettirir.
Vasili İvanoviç Kolçak, Mehmet Kolçak’ın neslinden, Rus ordusunda 1853-54 Kırım Savaşı’na katılmış, ünlü Amiral A. V. Kolçak’ın babası, annesi ise Olga İliniçna’dır, İşte bu evlilikten ilerde Kutup Kaşifi “Kolchak the Polar” olarak ünlenecek, Beyaz ordu’nun başına geçecek Amiral Kolçak doğar.
St. Petersburg’da Deniz Harp Okulu’nu bitirir ve teğmen olarak 1894’te Vladivostok’a tayin olur. 5 yıl burada görev yapar. 1899’da Kronstadt üssüne gelir.
1900 yılında hidrolog deniz binbaşı olarak Kuzey Kutup seferine çıkar. Bu seferde Kuzey Sibirya Adalarını keşfeder ve bölgenin ilk defa haritasını çizer. Araştırmalar iki yıl sürer. Ancak o yıllarca anılacak seferden, seferin lideri ve 3 uzmanın araştırmalarda kaybolması – kayıpların uzun aramalara rağmen bulunamaması sonucu dönerler.
Aleksandır Kolçak iki kez daha kutba sefer yapar. 1906’daki akademik çalışması: “Kara ve Sibirya – Deniz ve Buz” adlı eseri ile çarlık Rus Coğrafya Derneği’nin ( Royal Geographical Society) en yüksek ödülüne layık görülür. Artık konusunda uzmandır. Batılıların deyimi ile “Kolchak the Polar – Kutup uzmanı Kolçak” olarak anılır
PASİFİK’TE BİR MUHRİP KOMUTANI
1904’te Port Artur’a gönderilir. Pasifik’te Rus Askold kruvazörü’nde çalışır, Serdityi muhribine komuta eder. Döşediği mayınlar ünlü Japon kruvazörü Takasago’yu batırır. Muhasarada ağır yaralanır Japonlara esir düşer, Nagazaki’ye götürülür. Sağlık durumunun gittikçe kötüleştiğini gören Japonlar onu Ruslara iade ederler. Yorgun, bitkin ve hasta olarak St. Petersburg’a döner.
Geçen zaman içinde toparlanmış, iyileşmiştir. Baltık Filosuna katılır. Denizde mayın savaşı konusunda uzmanlaşmıştır. 1914 – 15 yıllarında Baltık Denizi’nde Almanlara karşı yaptığı operasyonlarla Kiel ve Danzig limanlarına mayın döşeyerek tehdit oluşturmuş, düşmanına korku salmıştır.
Ağustos 1916’da koramiralliğe yükselir ve Karadeniz Filosu Komutanlığına getirilir. Uygulamaya zaman bulamasa da Türk Boğazları’nın denizden işgal ve kontrolü için bir plan hazırlar. Karadeniz’de Zonguldak – İstanbul kömür seferlerini sekteye uğratır. Denizden yaptığı çıkışla Nisan 1916’da Trabzon’un işgalinde başrolü oynar.
1917 Rus Şubat devriminden sonra Haziran 1917’de Rus Karadeniz Filosu Komutanlığı’ndan alınır, evine St. Petersburg’a döner. Çevresinde bir tehdit gibi görünmektedir. Kolçak yanındaki kader arkadaşlarından bazılarını da yanına alarak önce İngiltere’ye oradan da Amerika’ya gider. Buralarda istediğini bulamaz, sonrada Japonya üzerinden Vladivostok’a gelir.
İngiliz yetkililer Kolçak’ın Bolşevikleri alt edeceğini o gün için düşündükleri liderdir. Omsk’a gelen Amiral Kolçak başlamış ve giderek hızlanan Rus iç Savaşında Beyaz Ordu saflarına katılır, oramiral rütbesi ile başa geçer.
Ancak kesif – telafisi imkansız hatalar yapar. Çok serttir, muhaliflerini hapse atar, fabrikalardaki işçileri çıkartır, sendikaları kapatır, fabrikaları eski sahiplerine iade eder. Dış borçları kabul ederek İtilaf Devletleri’ne yaranacağını hesaplar. Yoksul işçi ve köylü ayaklanmalarını acımasızca bastırır. Halbuki Kızıl Ordu farklı bir davranış içinde bölgeye doğru ilerlemektedir.
Yardımcıları, ordu komutanları; Yudaniç, Wrangel ve Denikin ile bağları hiç de olması gerektiği gibi iyi değildir. Beyaz Ordu harekatın başında ilk aylarda başarılıdır. Daha sonra her şey tersine dönmüş Bolşevik karşıtı en disiplinli ve dinamik silahlı birlik Çekoslovak Lejyono ile, İngilizlerle, Amerikalılar ve Japonlarla arası açılmış onlarda onu yüzüstü bırakmışlar, hazin sona doğru gidişini sadece ve sadece seyretmişlerdir.
Kızıl Ordu Nisan 1919’da toparlanmış ve bütün bölgelerde saldırıya geçmiştir. Ülkede adeta kan gövdeyi götürmektedir. Ural Dağları aşılmış doğuya yürüyüşünde Kızıllar hızlanarak ilerlemekte, Beyaz Orduya yardımlar durmuş, çok hızlı bir çözülme başlamıştır. Çekilme Omsk’a kadar sürer. 19 Kasım 1919’da Omsk direnişsiz düşer. Şehir ve çevresinde 50 binin üzerinde Beyaz Ordu askeri ve birkaç bin rütbeli subay – astsubay vardır. Kızıl Ordu onları ezer, büyük kesimi imha edilir, gaddar ve acımasızdırlar. Kolçak çekilmeye devam etmektedir.
Elinde kalan az bir güçle 13 kasımda hızla İrkutsk’a çekilmeye çalışır.
14 Ocak 1920’de azılı düşmanlarının gücüne artık daha fazla karşı koyamaz ve Kızıl Ordu’nun eline geçer. Moskova öldürülmesine karşıdır. Ona rağmen 7 Şubat 1920’de o muhteşem Amiral Kolçak İrkusk kentinde Angara ırmağı kenarında kurşuna dizilerek öldürülür, bitmeyen kinle yerdeki cesedi tekmelenir.
BIRAKTIĞI ESERLERİ İLE ANILACAK
1910’da ki akademik çalışması; Kuzey Kutbu, Pasifik ve Atlantik Okyanuslarının su yolları araştırması’dır. Kara – buz ölçümlerinin coğrafi koordinatlarını grafiklerle belgeler ve ilk kayıtlarını tespit eder. (Bu ölçümler ve koordinatlar günümüzde de kullanılmaktadır.) Ödülleri ve unvanı ise:
Kutup araştırmacısı,
Deniz mayınları uzmanı,
Rus coğrafya derneği üyesi,
Altın kılıç ödülü sahibi,
Beyaz Ordular baş komutanı
Büyük altın Konstantin madalyası sahibi,
Bu ödüller 46 yıllık fırtınalı bir hayata sığdırılmış. Ruslar onu bugün olamasa bile yarın bıraktığı eserleri ile anacaklar, anmalılar. Çünkü mesleğinde zirve yapmış bir kutup uzmanı ve deniz mayınları konusunda söz sahibi olmuş bir yetenek.
Komünist yönetimler zamanında hep vatan haini olarak görüldü. 1990’larda sistem çökünce yeniden keşfedildi. İade-i itibar için 1999’da Bölge Askeri Mahkemesi’nde ve sonrada 2001’de Rusya Federasyonu Yüksek Mahkemesi’nde davalar açıldı ama reddedildi. Rus Parlamentosu Duma’da bile gündeme getirilmesine eski tüfek komünistler, onların yan kuruluşları ve savaş gazileri karşı cephe oluşturuyorlar. Her şeye rağmen 2004’te İrkusk’ta heykelinin dikilmesine muvaffak olundu.
Bizde, Çubuklu’daki Seyir Hidroğrafi ve Oşinoğrafi Başkanlığı benzeri Rus kuruluşta ve halen bazı diğer kesimlerde eserleri ile anılıyor, açıkça olmasa da saygı görüyor. Bugün olmayabilir, ama 5 sene, 25 sene, olmazsa 50 sene sonra mutlaka ve mutlaka itibarı iade edilecektir. Ondan şüpheniz olmasın!
Biz de pek tanınmıyor ama bu yıl 7 Şubatı, onun 98’inci ölüm yıl dönümü olarak bir kanal andı. Biliyorum, sevmeyenler var, ama inanın ilerde sevenler daha çok olacak. Yabancılar onu “Kolchak the Polar”olarak anıyor, bizde hatalı fakat güçlü bir Türk olarak anacağız.

02 Mart 2018
Babür Hüseyin ÖZBEK
hozbek44@yahoo.com

7 Mart 2018 Çarşamba

Türk ve İslâm Alemi kamuoyunun Kör Baktığı Vahşet, Katliam ve Soykırım: "Nefret söylemi, katliam ve yalan haberlerin ağında Myanmar" CEMAL TUNÇDEMİR & AMERİKA BÜLTENİ (06 Mart 2018)

Nefret söylemi, katliam ve yalan haberlerin ağında Myanmar
Arakan’da güvenlik güçlerinin rastgele seçtikleri 12 Rohingyalı sivili öldürdüğünü belgeleyen iki Myanmarlı gazeteci Wa Lone (ortada önde) ve Kyaw Soe Oo (ortada arkada), casusluk ve terör propagandası suçlarından tutuklu olarak yargılanıyorlar.
CEMAL TUNÇDEMİR (6 Mart 2018)
Bir yanda, uzunca bir askeri diktatörlükten yeni çıkılmasına rağmen hala kendisini ülkenin gerçek sahipleri gören askeri cunta kalıntısı devlet aparatları; Bir yanda devlet güçlerinin korumasından ve internetin nimetlerinden yararlanarak ülkede fanatizmi şişiren, çoğunluk mensubu yığınları, azınlıklara karşı sürekli kışkırtan din adamları; Bir yanda askeri dikatörlüğün en zor dönemlerinde bile demokrasi talebinde bulunarak bedel ödeme cesareti göstermişken bugün, yükselen milliyetçi ve dinci dalgadan çekinerek sessizliğe ve savunmacılığa çekilmiş sivil iktidar; Bir yanda ise ülkedeki bu iklimin baskısını her geçen gün daha ağır şekilde yaşayan gazeteciler… Financial Times gazetesinin Güneydoğu Asya muhabiri John Reed’in, 21 Şubat’ta bu gazetede yayınlanan, ‘’Nefret Söylemi, Mezalimler ve Yalan Haberler; Myanmar’da Demokrasi Krizi’’ başlıklı yazısı, diktatörlük döneminde özgürlüğün ve demokrasinin sembol gazetesi olan The Irrawaddy gazetesi ekseninde Myanmar’da ve Arakan’da olan bitenlerin ibretlik manzarasını çarpıcı şekilde sunuyor. İngilizce orijinalini ve tamamını ŞURADAN okuyabilirsiniz. Orijinalini okuyamayacak olanlar için bu müthiş gazetecilik çalışmasından biraz uzunca bir alıntı yapmaktan kendimi alamıyorum. Buyrun:

Geçen yıl Rohingyalı Müslüman kadın erkek ve çocukların, Myanmar’ın batısındaki Rakin eyaletinde (Arakan, CT) yakılan köylerinden kitlesel kaçışının duyulmasıy, dünyanın ne olup bittiğini anlamak için internete yönelmesine neden oldu. Birçok kişi hemen, adını ülkenin sembol ırmağından alan ‘’The Irrawaddy’’ adlı ünlü haber sitesini açtı. Askeri rejime muhalif aktivist öğrenci Aung Zaw tarafından 1993 yılında kurulduğundan beri ülkede gerçek gazeteciliğin direği olmuştu.

İngilizce ve Birmanca dillerinde yayın yapan haber sitesi, Myanmar’ın 2007’deki Safran Devriminden 2008’deki Nargis Kasırgasına ve Aung San Suu Kyi’nin Ulusal Demokrasi Ligi’nin 2015 zaferine kadar ülkenin kritik anlarının tamamını haberleştirdi.

Myanmar ordusunun Rohingya’yı hedef alan ‘’temizlik operasyonları’’ ortaya çıktıkça, tarafsız enformasyon da çok değerli hale gelmişti. Yetkililer, Rakin Eyaletinin, şiddetin merkezi olan kuzey kesimlerine gazetecilerin girmesini yasakladığında, gazeteciler de nehrin öteki yakasındaki Bangladeş’e kamp kurarak olup biteni öğrenmeye çalıştılar. Bölgeye vardıklarında, güvenlik güçleri ve yanlarındaki sivil kişilerce, silahlı veya palalı saldırılara, tecavüzlere uğradıklarını anlatan Rohingyalıların kaçışı, modern zamanların en hızlı gelişen kitlesel kaçış hareketlerinden biri oldu.

Ancak, Batı medyası Rohingya’da yaşanan şiddet olaylarına geniş yer ayırırken, The Irrawaddy’nin İngilizce versiyonunun düzenli okuyucuları kafaları karıştıracak değişikliği farketmekte gecikmedi. Daha önce zulüm gören azınlıkları cesur şekilde haberleştirdiği için sürekli milliyetçilerin eleştirisine uğrayan site, Rohingyalıları, ‘’Kendine Rohingyalı diyen bu insanlar’’ şeklinde tanıtmaya başladı.

‘’Rohingya’’ Myanmar’da sorunlu bir sözcük. Devleti ve kamusal alanı domine eden Bamar etnik çoğunluğunun milliyetçilerince şiddetle reddedilen bir isimlendirme. Onlar bu azınlığı, ‘’Bangladeşli kaçak göçmenler’’ olarak nitelendiriyorlar.

2018 başı itibarı ile sayıları neredeyse 700 bine ulaşan sığınmacıların Bangladeş’e akını uluslararası dünyada tepkiyi de yükseltti. Tabii ki Myanmar’ın sivil lideri Aung San Suu Kyi’ye yönelik eleştiri ve kınamaları da… The Irrawaday ise Aung San Suu Kyi’yi savundu. Sitenin benzeri sayısız başyazılarından birinde, ‘’Batı’daki bir çok kurum ve grup hem Aung San Suu Kyi’yi hem de ülkemizi aşağılıyor’’ diye yazıldı.

The Irrawaday, Birleşmiş Milletler’in ve ABD’nin ‘etnik temizlik’ diye nitelediği olayları araştırmak yerine, daha çok yabancı medyanın bu kitlesel kaçışı nasıl taraflı yansıttığı iddiasına odaklandı. Ülkede yükselen Müslüman karşıtlığı ve milliyetçilikle uyumlu karikatürler yayınladılar.

İnsan hakları savunucuları sitenin bu yayın değişikliğinden duydukları endişe ve hayalkırıklığını dile getirmeye başladı. Aung San Suu Kyi’nin hükümetini ve Rohingya’da yaptıklarını açık şekilde eleştirebilen bir kaç politik yorumcudan biri olan Khin Zaw Win ile konuştuğumda bana ‘’The Irrawaddy eskiden bağımsızdı ve güçlü şekilde demokrasiden yanaydı. Ancak durduğu yeri değiştirdi ve hakim resmi açıklamayla müttefik oldu’’ diye konuştu ve ekledi; ‘’Bu konuda medyada bir tartışma sürüyor, kamuoyunun büyük bölümü de resmi açıklamadan yana’’.

Bu, gazetecilik idealine bağlılıkları ve bazı muhabir ve yazarlarının özgürlüklerinden vaz geçmesi pahasına Burma halkı için fedakarlıkları bir yana sadece The Irrawaddy ile ilgili bir durum da değil.

Konu, Myanmar’da askeri cuntaya karşı başarılı bir mücadele vermiş demokratik güçlerin, milliyetçiler ile ve ‘ne yaparlarsa yapsınlar bizimkileri savunurum’cu kesimlerle aynı çizgiye gelip, bunun da onları Batı dünyası ile karşı karşıya bıraktığı süreçtir. Bu, sosyal medya ve medyada, internet özgürlüklerinin aynı anda hem yalan haberleri hem de keskin dilli gazeteciliği artırdığı hem de yalan haberler ve nefret dilini yaygınlaştırdığı, ülke tarihi açısından kendine özgü rahatsız edici yeni bir süreç. Bazı gazeteciler tutuklandı bazıları ise ölüm tehditleri alıyor. Diğerleri ise ülkeyi terk etmeye hazırlanıyor. Myanmar’ın, gerçekleri yansıtmasa bile kendi öykümü kendi bakış açımdan anlatırımdaki ısrarı ile uygar dünyadan kopuşu derinleşiyor.

Özgürlüğün tiranlığı yendiği şeklinde basitçe anlatılan öyküsü geçen sonbahardan beri artık Myanmar’ı yansıtmıyor. Ki hiç yansıtmış mıydı o da şüpheli. Ev hapsinde olduğu 15 yıl boyunca birleştirici bir güç olan Aung San Suu Kyi, iktidarında hızla dibe çöküyor.

Ona sempati ile bakan gözlemciler bile Aung San Suu Kyi’nin ‘her şeyin kontrolünü kendi eline alma’ tarzının, hükümetin kararlar alabilme yeteneğini körelttiğini belirtiyor.

Geçen Sonbahar’da Rohingyalılara karşı başlatılan askeri operasyonlar, Aung San Suu Kyi’nin önceden rızası veya bilgisi dahilinde başlatılmamıştı. Buna rağmen, o da uluslararası tepkilere savunmacı ve yetersiz bir karşılık verdi. İnsan Hakları İzleme Örgütünden Phil Robertson, ‘’Myanmar için yanlış zamanda yanlış kişi olduğunu gösterdi’’ diyerek ekliyor, ‘’Etnik azınlıklara, ‘sizinleyiz, sorunlarınızı çözmek, askerlerimizi politikadan uzaklaştırıp kışlaya döndürmek için beraber çalışabiliriz’ diyerek bölünmeye karşı köprüler inşa edecek karizmatik bir liderlik sergileyeceğini umuyorduk. Umduğumuz çoğu konuda yanıldık’’.

Myanmar’ın 2012’de demokrasiye geçiş sürecinde internet de serbest bırakıldı. Bugün halkın çoğunluğunun haberleri takip ettiği internetin açılması, azınlıklar hakkındaki eskiden var olan yakınmaları yeniden canlandırdı ve bu kez daha hızlı yayılmasına neden oldu. 2012’de bir Rohingyalı adamın bir Budist kadına tecavüz ederek öldürmesi ile başlayan olaylarda 200 kişi öldü. O günlerde devlet başkanı Thein Sein’in sözcüsü olan bugünlerde ise Aung San Suu Kyi hükümetinde görevli Zaw Htay, Facebook’ta bazı fotoğrafları paylaşarak yangını daha da alevlendirmekle itham ediliyor. Facebook, ülkede çoğu kişinin akıllı telefonları aracılığı ile ana haber kaynağı haline gelmiş durumda.

Yangon merkezli teknolojik yenilik şirketi Phandeeyar’a göre Myanmar, kendi nüfusundan fazla Sim karta sahip durumda. Nüfusun yüzde 90’ı internet ve telefon ağı içinde yaşıyor.

Geçtiğimiz Ağustos ayında kendisine Rohingya Kurtuluş Ordusu (ARSA) adını veren militanların polis karakolları ve askeri birliklere saldırarak 12 kişiyi öldürmesiyle toplumsal şiddet yeniden patladı. Burma ordusu bu saldırılara oldukça acımasız bir karşılık verdi. Sınır Tanımayan Doktorlar örgütüne göre, ARSA’nın saldırılarından sonra başlayan karşı saldırılarda geçtiğimiz Aralık ayı itibarı ile en az 6700 Rohingyalı öldürüldü.

Rakin’in kuzey kesimlerine gazetecilerin girmesi hala yasak olmasına rağmen Associated Press haber ajansı topladığı delillerle ile en az 5 ayrı toplu mezar tespit etti. Aung San Suu Kyi’nin ofisi, AP’nin belirttiği yerlere inceleme heyetleri gönderdi ve sonunda iddiaların ‘’gerçek olmadığını’’ açıkladı. AP sözcüsü ise haber ajansının haberdeki iddialarının arkasında durmaya devam ettiklerini duyurdu.

ABD, İngiltere ve AB, Myanmar ordusunu kınayan ve izole eden bazı adımlar attılar ama sokaktaki Myanmar yurttaşlarını cezalandırmaktan veya kırılgan demokratik gelişmeyi rayından çıkarmaktan korktukları için Myanmar hükümeti ile ilişkiyi tamamen kesmek veya ekonomik ambargoda da isteksiz davranıyorlar.

Ama Myanmar’da gazetecilere baskılar, tacizler ve hatta yasaların bütün ağırlığının dayatılmasıyla zemin hızla kayıyor. Geçen Aralık ayının son gecesi Reuters’ın Yangon bürosundan iki genç muhabir, Wa Lone ve Kyaw Soe Oo, polisler tarafından bazı belgeler verilmek üzere bir restorana davet edildiler. Restoranın kapısında tutuklandılar. Ertesi gün Enformasyon Bakanlığı iki muhabirin, yabancı medya ile paylaşma niyetiyle gizli belgeleri elde etmekten, casusluk suçu ile suçlandıklarını açıkladı. Halen, askeri cunta döneminde, aralarında çok sayıda gazeteci ile bugünkü hükümet üyelerinin de olduğu binlerce muhalifin hapsedildiği Insein Hapishanesinde tutuklu bulunuyorlar.

Şubat ayında Reuters iki muhabirin üzerinde çalıştığı haberi deşifre etti. Inn Din köyünden kovulan Rohingyalılar arasından askerlerce rast gele seçilmiş 10 Rohingyalı erkeğin orada kurşuna dizilmesi hakkında oldukça titizlikle kaynaklandırılmış bir haberdi. Dava sürerken muhabirlerin hapiste tutulması, Myanmar’ın Dünya’daki yeni algısının da tanımı oldu.

Çok duyulmadı ama Associated Press haber ajansının Yangon muhabiri Esther Htusan, ölüm tehditleri üzerine ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Ağustos ayında ARSA’nın saldırıları başlamadan sadece saatler önce bir panelde konuşurken Rakin eyaletinde ordunun insan hakları ihlalleri hakkındaki iddiaları dile getirmesiyle online tacizler başlamıştı. Kasım ayında ona bağlı çalışan muhabirlerden biri Aung San Suu Kyi’nin ‘kaçak göçmenler terörizme neden oldu’ dediğini haberleştirdi. AP daha sonra bu haberini düzeltti ancak buna rağmen Myanmar Yayıncılar Birliği Esther Htusan’ı kınayan bir açıklama yaptı. Facebook’ta 300 bin takipçisi olan bir milliyetçi çete liderinin de kendisi hakkında, ‘orospu’ diyerek, ‘liderimiz hakkında bir daha konuşursa öldürülmeli’ diye yazmasından sonra Bangkok’a yerleşti. Htusan, bu yazı için açıklama talebime yanıt vermedi.

Diğer Myanmarlı gazeteciler de her geçen gün daha da düşmanlaşan bir iklimde çalışmanın ağırlığı altındalar. DVB haber grubunun yorum yazarlarından Kyaw Lin, Rakin eyaletinin başkenti Sittwe’de haber kovalarken yanaşan bir motorsikletten inen iki suikastçı tarafından sırtından bıçaklandı. Ülkenin İletişim Yasasının 66’ncı maddesi uyarınca ölçüsüzce uygulanan ‘hakaret ve aşağılama suçu’ kapsamında gazetecilere yönelik ceza davalarında patlama yaşanıyor. Myanmar Now’un yayın yönetmeni Swe Win, Müslüman karşıtı ırkçı retoriğiyle ünlü Budist keşiş U Wirathu hakkında Facebook’tan yaptığı paylaşım nedeniyle geçen yıl tutuklandı. Uluslararası Gazetecileri Koruma Örgütü, 2017’de basın özgürlüğünde dünyanın en geri basan kişisi ödülüne Myanmar lideri Aung San Suu Kyi’i layık gördü.

Rohingya’da askeri operasyonların başladığı Eylül başında ben de Financial Times gazetesi temsilcisi olarak Güneydoğu Asya’ya taşındım. O zamandan beri, Myanmar’dan sonuncusu Ocak ayında olmak üzere üç kez haber yaptım. Gazeteci vizesi almak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Son ziyaretimde, gün gün yapacağım herşeyin listesini vererek, yasak bölgelere gitmeyeceğim taahhüdünü de imzalamak zorunda kaldım.

Gazeteciler genelde kendileri haber olmak istemezler ancak Myanmar’da artık bunun riski çok yüksek. Yangon’da yaşayan yabancı muhabirlerin çoğu valizlerini toplayarak ülkeden ayrılma hazırlığında. Önde gelen Budist milliyetçisi bir gruba bu haber için görüşme teklifi yaptığımda, bana, görüşmeyi videoya kaydedip yayınlamaları şartıyla kabul edeceklerini söylediler. Yerel rehberim sakın kabul etme dediği için bu şartı kabul etmedim. Geçen yıl sonunda bir restoranda iki insan hakları aktivisti ile konuşurken genç bir kadının telefonuyla bizi kaydettiğini farkettim. Bitirip çıktığımda bile hala telefonuyla beni takip edip çekiyordu.

Dünyanın Rohingya’ya ilgisi, Myanmar içinde Müslüman karşıtı duyguları daha da güçlendirdi. Halkın büyük bölümü, resmi devlet açıklamalarındaki, ülkenin teröristlerin ve ayrılıkçıların saldırısı altında olduğu tezine inanıyor. Tarihçi Thant Myint-U bana, ‘’Rakin’de olup biten hakkında Myanmar içindeki ve Myanmar dışındaki görüş sadece farklı değil, taban tabana zıt’’ diye anlatıyor, ‘’Krizin algısı zaman zaman değişiyordu ama geçen yılki şiddet ve gerçekte ne olduğu hakkındaki oldukça farklı anlatım, iki görüş arasında artık geçiş olanağı bırakmayan bir ayrılık oluşturdu’’.

Ülke nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturan Müslümanlar, bağımsızlığına kavuştuğu 1948’den beri ülkenin sosyal dokusunun bir parçası oldular. Ancak 1970’lerden itibaren, bazı vakalarda vatandaş sayılmamaları veya 2015’te kabul edilen bir yasanın üçüncü kişilere Müslüman-Budist evliliğini engelleme hakkı veren yasa gibi artan kısıtlamalarla yüzleşmeye başladılar. Radikal Budist keşişler Müslümanlara karşı nefreti yaydılar. ABD Holokost Müzesi 2015 yılında, ‘Myanmar’da yaklaşan soykırımın ilk sinyalleri’ dediği bir rapor hazırlattı. Rapor, büyük ölçüde Rohingya’ya odaklandı ve vatandaş sayılma haklarının reddedilmesine, ülke içinde seyahat özgürlüklerinin kısıtlanmasına ve yüzleştikleri ‘’azgın nefret söylemine’’ dikkat çekti.

Rohingyalılar, şiddet olayları başlamadan önceki nüfuslarının yarısından fazlası yurtdışında olduğu için artık sürgünde bir halk. Fakat insan hakları savunucuları, kalan Rohingyalılar ile ülkenin Budist kesimlerinde yaşayan Rohingyalı olmayan 1 milyon Müslüman için riskin sürdüğünü belirtiyor. Myanmar’daki Müslümanların yaşadıklarını belgeleyen Burma İnsan Hakları Ağı ile çalışan ve İngiltere’de sürgün durumdaki Myanmarlı Müslüman Kyaw Win, ‘’Nefret çok güçlü şekilde büyümüş durumda. En ufak bir şey bir kan selini tetikleyebilir. 2012’den beri Myanmar’ın yeni bir Bosna ve Ruanda olacağı uyarısı yapıyorum ve şimdilerde bu gerçekleşiyor’’ diye anlatıyor.

Bir çok kişi, Müslümanların sorumlu tutulacağı yeni bir bombalı saldırı veya diğer olayın, yeni bir şiddet dalgası başlatacağını düşünüyor. Hem ARSA hem de El Kaide, Myanmar içinde eylem tehdidinde bulunuyor ancak bu tehditlerin ne kadar ciddi olduğu konusunda hiçbir veri yok. Bazı yorumcular, Ağustos ayından beri kendilerine halk desteğinin arttığını gören Myanmar ordusunun, ortamı daha da kızıştırmak için ‘Müslümanlar yapmış gibi göstereceği bazı sahte saldırılar’ yapabileceği spekülasyonu yapacak kadar ileri gidiyor. Uzun yıllardır Yangon’da yaşayan bir yabancı gözlemci bana, ‘’Shwedagon Budist tapınağında bir bomba patlasın, bütün Myanmar’da kan akar’’ diye kaydediyor bunu.

Kitlesel mezalimleri önleme ve çözüm uzmanları Myanmar’da ‘çok tehlikeli bir söylemin’ devam ettiğini gözlemledikleri uyarısı yapıyor. Nefret suçu ile mücadele eden bir NGO olan Over Zero’nun kurucusu Rachel Brown, ‘’tekrak tekrar yaşanan bazı belirtiler var’’ diyor. Buna ‘insandışılaştırma’ da dahil. Azınlık üyesi birinin kadınlar ve çocuklara tehdit olduğunu söyleyip sözleşmeler sona erdiriliyor. ‘’Bu söylemler birikiyor ve artıyor. Myanmar bu açıdan şu anda dünyada en endişe verici yer’’.

The Irrawaddy sitesinin editörleri, kendi yayın ekipleri ve sponsorları da özel toplantılarda gündeme getirdiği için son dönem yayın çizgileri etrafındaki tartışmaların farkındalar. Sitenin İngilizce yayınının editörü Kyaw Zwa Moe, sitenin genel yayın yönetmeni Aung Zaw’ın da kardeşi aynı zamanda. Bir öğleden sonra Yangon’da buluştuk. (Aung Zaw ile e-mailleştik ancak görüşmeyi kabul etmedi). Kyaw Zwa Moe, 46 yaşında ince yapılı ve 8 yıl siyasi mahkum olarak hapis yattığına inanmayı güçleştirecek kadar genç gösteriyor. ‘’Bizim iki okur kitlemiz var. Myanmar’da yaşayanlar ve uluslararası toplum. İkisine de haber hazırlıyoruz. Yapmamız gerekeni yapıyoruz’’ diye konuşuyor. ‘’Ancak sorun şu ki’’ diyor, ‘’Uluslarası toplum bizim yayınımıza farklı bakıyor. Biz Myanmar’daki gerçek durumu ve Rakin’deki son derece karmaşık durumu yansıtmaya çalışıyoruz’’.

Bu sözlerin, yabancıları, Myanmar’ın ekonomik sıkıntılar, ordu ve hükümet arasındaki güç dengesi, diğer etnik gruplar arası çatışmalar gibi diğer sorunlarını gözönüne almadan sürekli Rohingya’ya takıntılı olmakla suçlayan Aung San Suu Kyi ve diğer sivil yetkililerin savunmasıyla benzerliği dikkat çekiyor.

Kyaw Zwa Moe, dikta rejimine karşı öfkenin kitleleri sokağa çektiği 1988’de daha çocuk yaşlarındaydı. Ağabeyi Aung Zaw protestolara katılırken o lisede aktivistlik yapıyordu. Protestolar güçlendikçe rejimin tepkisi de sertleşti. Aung Zaw, kısa bir tutukluluğun ardından Tayland’a kaçtı. Kyaw Zwa Moe ise Myanmar’da kaldı ve arkadaşlarıyla illegal bir gazete çıkarmaya başladı. Ancak Aung San Suu Kyi’nin 1991’de Nobel Barış Ödülü almasından sonra aktivistlere karşı yeni bir operasyon dalgası başlatan rejimin ağına düşerek yakalandı. İşkence gördü. ‘’Cehennemde 10 gün’’ dediği o süre boyunca sürekli uykusuz bırakıldı, dayak yedi. Sonra da 10 yıl hapse mahkum edildi.

Tayland’ta bulunan abisi, askeri rejimin sansürü ve kontrolündeki ülkedeki gelişmeleri yansıtmak için The Irrawaddy gazetesini basmaya başladı. Aung Zaw, sınırda kaçak geçenlerden ve telefon aracılığıyla ülkeden bilgiler toplayan bir muhabir ekibi kurdu. Kyaw Zwa Moe, bana, ‘’Dünya Myanmar hakkında haber arayışındaydı. Bunun için önce İngilizce yayına başladık’’. The Irrawaddy, İngilizce web sitesini 2000 yılında ve Birmanca web sitesini ise 1 yıl sonra 2001’de kurdu.

Komünist bloğun çökmesi ve Güney Afrika’daki ırkçı rejimin devrilmesiyle bağımsız gazeteciliğe destek olmak isteyen bir çok vakfın yardımında da artış meydana geldi. The Irrawaddy, Demokrasi İçin Ulusal Hayırseverlik vakfı ile George Soros’un Açık Toplum Vakfının da aralarında olduğu birçok kurumdan destek gördü. 1999’da serbest kalan Kyaw Zwa Moe da Tayland’a kaçarak kardeşine katıldı.

Askeri rejimin yeniden demokrasiye dönülmesi müzakerelerine başlamasıyla sansürü kaldırması ve internet engellemelerini durdurmasından sonra The Irrawaddy, 2012’de Yangon’da bir ofis açtı. Hala bağışçılarının desteğiyle devam etse de kısa sürede, Birmanca ve İngilizce yayınları için geniş okuyucu kesimi oluşturdu.

Ülkenin ilk demokratik seçimlerinin yaklaşmasıyla ülkeye akın eden yetenekli yabancı genç muhabirleri işe aldı. Bu olurken internetin açılması, web siteleri, online vaazlar ve videolarla yayılan Budist aşırılık da etkinliğini de artırıyordu.

2012’de Arakan’da ilk şiddet olayları patladığında The Irrawaddy, ‘Rohingya’ sözcüğünü kullandığı için büyük tepki gördü. Aung Zaw, 2013 yılında New York Times’ta yayınlanan yazısında, milliyetçilik ve nefret söylemindeki artışı kınayacak ve o günlerde hala muhalefette olan Aung San Suu Kyi’yi azarlayacaktı; ‘’Mohandas Gandhi ve Nelson Mandela kadar saygın olabilmek için Rohingyalılara, Kachinlere ve diğer etnik azınlıklara yönelik bu katliamı açıkça kınamalı, polis ve güvenlik güçlerinin ihmalkarlık ve rahatlığını eleştirmelidir’’.

Barack Obama, 2014’te Myanmar’ı ziyaret ettiğinde The Irrawaddy’e röportaj verirken, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) de Aung Zaw’ı, gördüğü devlet baskısına direnci nedeniyle basın özgürlüğü ödülüyle ödüllendirecekti. Aynı yıl, The Irrawaddy’nin web sitesi hacklenerek, sitenin açılış sayfasına ‘’Radikal Müslümanların ve Cihadistlerin destekçisi’’ yazısı yazılacaktı.

Fakat, 2015 seçim kampanyaları döneminde İngilizce yayının editörleri bazı değişiklikleri fark etmeye başladı. The Irrawaddy bütün gücüyle Ulusal Demokrasi İttifakı’nı (NLD) destekledi. Eskiden bu gazetede editörlük yaban bazı yabancı gazetecilere göre, o süreçte NLD’yi kötü gösterebilecek bazı haberlerin yayınlanması da engellendi.

Kyaw Zwa Moe bunu reddederek, sitenin, Myanmar’ın yeni demokratik kurumlarını eleştirmekten çekinmediğini söylüyor. Bana gönderdiği e-mail’de ‘’Biz, 2015 seçiminde Müslüman bir aday göstermemesi de dahil NLD’yi eleştiren bir çok habere de yer verdik’’ diye yazdı. ‘’Bizim misyonumuz, ülkemizi sadece halka bağlılık duyan sıkı bir gazetecilikle, hem İngiliz Kolonisi hem de otoriter rejim döneminden miras kalıntılardan arındırıp, demokratik bir toplum olarak yeniden inşa etmektir’’.

The Irrawaddy, tartışmalı karikatürlerinin ilklerinden birini 2016 yılında yayınladı. ‘Önce ben’ yazılı karikatürde, esmer tenli yarı çıplak halinden ve üzerindeki ‘tekne insanları’ yazısından Rohingyalı olduğu aşikar biri, Myanmar’ın geri kalan gruplarını temsil eden kıyafetler giyenlerin olduğu bir sırayı yararak öne geçmeye çalışıyordu. Geçtiğimiz Ağustos ayındaki saldırılardan sonra ise İngilizce yayının yöneticileri, muhabirlere, haberlerinde artık, ‘Rohingyalı’ yerine, ‘kendi ifadeleriyle Rohingyalı’ ve ikinci olarak da ‘Rakin eyaleti Müslümanları’ tabirlerinin kullanılacağını tebliğ ettiler.

Şiddet ülkeye yayılırken gazete içinde de tartışma çıktı. Bazı yabancı editörler, haberlerde hiç Rohingyalı kaynak olmamasından yakınmaya başladı. Evlerinden kovulan Rohingyalılardan hiç bahsedilmezken, sadece şiddet olayları nedeniyle evlerini terk eden Hindu ve Budistlerle ilgili haberlere yer verilmesi de bir başka tartışma konusu oldu. Eski yabancı editörlerden biri bana, ‘’Özgürlük için uzun yıllar mücadele etmiş insanların, şimdi ülkenin geçmişindeki yanlışlarının tekrarını ilerlemek diye tanımlayan bir yanlışın tarafında olduğunu görmek acı verici’’ diye anlatıyor. (Sonbaharda bu değişim başladıktan kısa süre sonra dört yabancı editörden üçü istifa etti).

Sitenin Birmanca versiyonunun, ‘Önce Ben’ karikatürünün yayınlanmasına imza atan editörü Ye Ni ile görüştüm. ‘’Karikatüristin vermeye çalıştığı mesajı ben şöyle anlıyorum; Myanmar, sadece Rohingya değil, iç savaş, ekonomik kalkınma gibi bir çok sorunu olan oldukça kırılgan süreçte bir ülke’’. Editörlerin, okuyuculardan gelen nefret yorumlarını elemek için büyük çaba harcadığını belirtiyor. ‘’2012’den beri The Irrawaddy’ı Müslüman yanlısı, Rohingya yanlısı olmakla suçluyorlar. Çatışmalarla ilgili haberlerimizden dolayı vatan hainliği ile itham ediyorlar. Biz hiç değişmedik’’.

Hamasi bir çizgiye kayan tek yayın The Irrawaddy değil. Mizzima ve DVB de dahil Burma haber organları, olaylara milliyetçi zihinle bakan bir çizgide yayın yapıyorlar. İngilizce yayının eski editörlerinden Ben Dunant, ‘’The Irrawaddy’nin, devletin Rohingya krizi hakkındaki resmi söylemini reddetmekte gönülsüzlüğü büyük hayalkırıklığı ama bu tavır, NLD’nin içi ve dışındaki demokrasi yanlısı cephenin, Rohingya sorununu ‘kaçaklar ve terörizm’e indirgenmiş insandışılaştırıcı resmi söyleme karşı insan hakları ilkelerini yüceltmedeki büyük fiyaskosunun sadece bir parçası’’ diye konuşuyor. Gazetenin, Rohingya’daki kriz hakkında ‘görece ılımlı bir tonda’ kalmaya devam ettiğini ama Myanmar’ın diğer yerlerinde askerlerin yaptıkları hakkında çok önemli haberler yaptığını acı duyar şekilde ekliyor.

Bir çok Asya ülkesinin aksine Myanmar’da internete sansür yok. Gelişmelerden haberdar olmak isteyen Myanmarlılar, artan bir sıklıkla, hiçbir açık yaptırıma uğramadan şiddet çağrıları yapılan denetimsiz online sığlıklara yöneliyor. Facebook, ırkçı, tacizci paylaşımları haber verildiğinde siteden kaldırıyor ancak o vakte kadar bir çok kullanıcı ekran görüntüsünü almış oluyor ve tahrik yayılmaya devam ediyor.

Rohingyalıları savunmaya çalışan ve Nickey Diamond takma adını kullanan Myanmarlı aktivist Ye Myint Win, ‘’Buradaki çoğu nefret söyleminin kökeni, milliyetçilerin yıllardır İngiliz kolonisi döneminde olduğunu iddia ettikleri şeye dayanıyor; Yani, Müslüman Hindistanlıların, İngilizlerin yardımıyla bu bölgeye geldikleri ve Birmanyalı kadınlarla evlenerek ülkeyi adım adım işgal ettikleri iddiası. Bu iddialar yeniden canlandı ve oldukça kötü şekilde yorumlanıyor’’ diye aktarıyor.

Askeri diktatörlük döneminde azınlıklara karşı kışkırtmalar oldukça sık yaşanıyordu. Bu tür kışkırmatların yazılı olduğu broşürler elden ele dağıtılıyordu. Ancak internetin gelmesi, tehditlerin, söylentilerin ve aşağılamaların görülmemiş ölçüde yayılmasına neden oldu. Güvenli internet kullanımı konusunda çalışan Yangon merkezli bir teknoloji firmasından Victoire Rio, ‘’Bir çok internet kullanıcısı için internet demek Facebook demek. Dijital okur yazarlığının oldukça düşük olması da hesaba katıldığında, yalan haberler ve online nefret söylemleri Myanmar’da özellikle büyük bir tehlike oluşturuyor’’ şeklinde yorumluyor bunu.

Facebook’ta yoğun bir okuyucuya sahip propaganda sayfalarından biri Lwin Pyin (Saha). Üç milyondan fazla takipçisi var. Yaşam tarzı konularının yanı sıra bir çok yalan haberi de paylaşıyor. Yakın zaman önce Yangon’daki ünlü Budist tapınağı Shwedagon’un içindeki iki dua yerinin yıkılmak istendiği yalan haberini yayınladı. Her hangi bir Budist’i öfkelendirmeye yetecek bu yalan haber internette hızla yayıldı.

Bazı yalan haberlerin özellikle kaos yaratma amaçlı olduğu da görülüyor. ARSA’nın saldırılarından iki hafta sonra ve 11 Eylül’ün yıldönümüne sadece bir kaç gün kala aynı anda iki ayrı mesaj Facebook Messenger aracılığı ile hızla yayıldı. Budistler arasında yayılan mesajda, Müslümanların 11 Eylül’de Myanmar’a cihad ilan edecekleri iddiası vardı. Müslümanlar arasında yayılan mesajda ise Budist aşırıların ‘kalar’lara (Güney Asyalı esmer tenli insanlar hakkında argo bir hitap) saldırı hazırlığında olduğu uyarısı yapılıyordu. Kaynağı belirsiz bu ikiz mesaj sonrası Magway ve Taungdwingyi kentlerinde sokaklara çıkan çeteler ve linç grupları, polis tarafından zor kullanılarak dağıtılıncaya kadar Müslüman evlerine, dükkanlarına ve mabedlerine saldırdı.

Nickey Diamond, internetten sayısız tacize maruz kaldı ve ölüm tehditleri alıyor. Bir tartışmada, askerlerin gazetecilerin Arakan’a girişini yasaklamasını eleştiren AP muhabiri Htusan’a destek çıktıktan sonra ev sahibi onu kiracı olduğu evden attı. Şimdilerde can güvenliği nedeniyle metal dedektörlerin arkasında yaşamak zorunda. Milliyetçilerin 2015’te çıkarılan ve karışık evliliği üçüncü tarafların engellemesine izin veren yasayı kullanarak evliliklerini bozacağı korkusuyla, bebek kızının annesi Hristiyan eşiyle resmen evlenemiyor. Asker ve devletin diğer birimlerine çalışan iki adamın, nereye giderse gitsin sürekli onu takip ettiğini söylüyor. Ancak, bu durum çabasından vazgeçmesine engel olmuyor. ‘’Biz mücadele etmeyi bırakırsak, herşeyi kaybedeceğiz. Mücadeleden vazgeçemeyiz. Vazgeçersek, onlar yaptıkları şeyi yapmaktan vazgeçmeyecek’’ diyor.

Bir sabah, kendisini ‘Müslümansız’ diye nitelendiren Myanmar yerleşim birimlerinden biri olan Sin Ma Kaw’ı ziyaret ediyorum. Taşranın derinliklerinde çiftçilik dışında çok az seçeneği olan bir yer. Halk beni endişeyle karışık bir nezaketle ağırlıyor. Müslüman, Hristiyan veya Hinduların bu kasabaya yerleşemeyeceğini, burada uyuyamayacaklarını, burada ev veya mabed inşa edemeyeceklerini anlatıyorlar. Kasabanın büyüğü U Aye Swe, bir Budist mihrabının gölgesinde çay içerken, ‘’Herkes ziyaret edebilir ama burada kalamazlar’’ diye konuşuyor, ‘’Burada Müslümanlar cami inşa edemez. Hristiyanlar kilise inşa edemez’’.

Burma İnsan Hakları Ağı’na göre Myanmar içinde bu şekilde yasakçı iki düzineden fazla yerleşim birimi var. U Aye Swe, ‘’Müslümanlar terörizm yapıyor. Biz terörizmden çok korkuyoruz’’ diyor ve ekliyor, ‘’Bizden biri bir Müslümanla evlendiğinde Müslümanların bu yaklaşımı Budistlere de bulaşıyor. Bundan hoşlanmıyoruz. Bunu istemiyoruz. Ana sebep inanç.’’

Ocak ayında, Myanmar’ın hızla büyüyen yeni başkenti Naypyidaw’da Enformasyon Bakanı Pe Myint ile de bir görüşme gerçekleştirdim. Pe Myint etnik olarak bir Rakin. Yani, Rakin (Arakan, CT) eyaletine adını veren Budist çoğunluktan. Eski rejim döneminde önceleri doktordu. Sonradan yazar, editör ve Çehov’dan Tavuk Suyuna Çorba öykülere kadar geniş bir yelpazede kitapları çeviren bir çevirmen oldu. 2016 yılı Mart’ında The Irrawaddy’e verdiği bir röportajda, ‘basın özgürlüğü’ için çalışacağı vaadinde bulunmuştu.

Makamına girdiğimde kameraların, röportajımızı kaydedeceğini görünce şaşırdım. Biz konuşurken, Reuters muhabirleri Wa Lone ve Kyaw Soe Oo mahkemedeydiler. Bakan Pe Myint, Halkın Çağı gazetesinde birlikte çalıştıklarında Wa Lone’in editörüydü. Demokrasi ile yönetilen bir ülkede gazetecilerin hapse tıkılmasını uygun bulup bulmadığımı sordum. ‘’Dava konusu olay hakkında yeterli bilgiye sahip değilim’’ dedi.

Aung San Suu Kyi hükümetinin bir çok üyesi gibi, henüz demokrasinin tam oturmadığı ve sorunları olduğu söylemini tekrarladı. ‘’Demokrasiye inanıyorum. İfade özgürlüğüne inanıyorum. Ancak bildiğiniz gibi henüz tam anlamıyla bir demokrasi değiliz. Demokrasiye geçiş sürecindeyiz. Demokratik kurumları, hukuk altyapısını ve diğer demokratik uygulamaları inşa etmek zorundayız’’.

Bakandan daha açık bir yanıt alabilmek için, Wa Lone’u hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Tutuklu Reuters muhabirini, ‘aktif bir genç’ olarak nitelendirdi.

Peki bu iki muhabir adilce yargılanır mıydı? ‘’Öyle olacağına inanıyorum’’.

Myanmar gazetecilik yapmak için güvenli bir ülke mi? ‘’Sen çok deneyimli bir muhabirsin. Buranın, dünyanın birçok yerinden daha güvenli olduğunu bilirsin.’’

Sözü tekrar tutuklu gazetecilere getirdim.

‘’Hala geçiş dönemindeyiz ve demokratik kurumları inşa etmek zorundayız’’ diye tekrarladı ve ekledi, ‘’Mevcut yasaları ve uygulamaları yeniden gözden geçirmemiz lazım’’.

Bu arada, Myanmar’ın Batı dünyasından kopuşu da sürüyor. Obama’nın eski bakanlarından Bill Richardson -ki Aung San Suu Kyi’nin ev hapsinde olduğu dönemde demokrasi hareketinin aktif destekçisi de olmuştu-, Aung San Suu Kyi’nin Rakin Danışma Grubu’ndan istifa etti. Hem de bu grubun Rakin’de olanları ‘örtbas’ grubuna dönüştüğü ithamında bulunarak. (Richardson, bir defasında tutuklu gazeteciler konusunu gündeme getirdiğinde Aung San Suu Kyi’nin çok öfkelendiğini de aktarıyor).

The Irrawaddy, yakın zaman önce ofisini, ülkenin önde gelen bir şirketinin sahibi olduğu yeni bir binaya taşıdı. Bu da kendisine yeni bir sponsor bulduğu spekülasyonlarına neden oldu.

Kyaw Zwa Moe, The Irrawaddy’nin, mülteci Rohingyalılar için Bangladeş’e iki muhabir göndermeye karar verdiğini bana söyledi. Haberlerinde, ‘Rohingyalılar’ yerine ‘kendi tabirleriyle Rohingyalılar’ diye yazma editoryal kararından da geri adım atmışlar. Söz konusu niteleme için ‘’bu sadece geçici bir kullanımdı’’ dedi Kyaw Zwa Moe, ‘’insanların gerilimini biraz azaltmak için’’. Gelecekte de hangisi uygunsa onu kullanmaya devam edeceklermiş. Bu yeniden ayarlamalar, öyküsünü dünyaya anlatmanın çok daha zor hale geldiği ama aynı zamanda çok daha önemli hale geldiği Myanmar’ın haberlerini yapan bütün gazetecilerin bugünlerde başına gelen çok sayıda şeyden biri…

CEMAL TUNCDEMİR‘i Twitter’dan takip edebilirsiniz

1 Mart 2018 Perşembe

Nusret KEBAPÇI "TÜRKİYE VE TÜRK KELİMELERİNİ KALDIRMAK…" Eğitimci, Gazeteci, Araştırmacı -yazar

TÜRKİYE VE TÜRK KELİMELERİNİ KALDIRMAK…
Doğrusunu isterseniz bunun nedenini bugün Türkiye’de yaşayan hemen herkesin sorması gerekiyor…
Neden mi?
Şöyle söyleyelim…
Bir süredir ülkede yaşananlara bakıldığında eğer…
Önyargıyla değil, biraz objektif düşünüyorsanız bunun nedenini kendiniz de merak edeceksiniz…
Ama değil…
Yaşamınızda olanı biteni sorgulamak gibi bir düşünceniz yoksa inanın bana, bu yazı zaten sizin için değil…
Önce şu Türk ve Türkiye kelimelerinin TBB ve TTB ‘nin adlarından kaldırılmak istenmesine bakalım…
Neydi bunu istemenin anlamı…
Anlamı şu;
Memleketi yönetenler TTB’nin savaşla ilgili açıklamalarından rahatsız olmuş ve hemen Türk ve Türkiye kelimelerinin bakanlar kuruluyla kaldırılmasıyla ilgili talimatı da vermişlerdi ama zaten devamını okuduğunuzda…
Burada amaçlananın…
Yanlış davranışta bulunan bir örgütten; onun hak etmediği bir payeyi geri almak gibi bir düşüncenin değil…
Tam tersine…
Fırsattan istifade, tüm Türkiye’deki hekimleri ve avukatları tek çatı altında toplayarak gerçekten yaşanan haksızlıklar ve onları ilgilendiren konularda çok ciddi anlamda ses getiren bu örgütlerin ortadan kaldırılıp neredeyse hemen her etnik ve dini kimliğin kendi örgütünün ortaya çıkabileceği koşullara kapının aralandığı çok kolay anlaşılacaktır.
Tabi bu durum karşısında şöyle demek de mümkün…
Yıllardır…
Türk Milletine karşı olup da, toplumu etnik ve dini kimliklere ayırmaya çalışan bir anlayışın…
Yargıyı ele alıp…
Sağlıkta da reform adı altında Şehir Hastaneleri gibi bir garabeti uygulamaya koymaya çalışırlarken…
Kendilerine muhalefet edebilecek…
Türk ve Türkiye gibi adları örgüt adlarının önüne koyarak ulusal çapta büyük ve güçlü olan meslek örgütlerine kayıtsız kalmaları düşünülemezdi…
Dolayısıyla onların da aynen memur sendikaları gibi hatta daha da fazla siyasi ve etnik hatta dini kimliklere ayrışarak parçalanması, işleri çok daha fazla kolaylaştırabilirdi ki…
Bu da ancak ilgili örgütlerin adının başındaki Türk ve Türkiye kelimelerinin kaldırılıp bu örgütlerin tekel durumuna son verilmesiyle mümkündü ki yapılmak istenen de aslında budur…
Böyle olduğunda da biliniyor ki
Sınıfsal düşünceden hareket ederek…
Kendi kitlesinin ekonomik ve sosyal hakları yanında…
İktidarın dayattığı ve bu örgütlerin ilgi alanına giren sağlık ve yargı gibi konularda da gerçekten güçlü ses getirebilen bu örgütler ya yok olup gidecek ya da çok küçülerek etkisiz hale gelecek…
Yerini ise iktidarın da desteğiyle…
Dini ve etnik kimliklerin ön planda olacağı memleketin başka hiç bir şeyiyle ilgilenmeyecek örgütler alacaktır…
Tabi böyle bir örgütlenme anlayışının bu alanları iktidar açısından dikensiz gül bahçesine çevireceğini söylemeye bile gerek yok ama…
Değişmez ölçüdür…
Her kim…
Atatürk’e, Türk ve Türkiye sözcüklerine sahip çıkıyorsa toplumu ulus kimlik temelinde birleştirmek…
Her kim…
Bunlardan rahatsız olup…
Sözde demokrasi adı altında alt kimliklerin ortaya çıkmasını destekleyip Atatürk adını hemen her yerden kaldırmak istorsa da ayrıştırmak istemektedir…
Ya da daha kestirmeden söyleyelim…
Böl…
Parçala
Yut…
Olay budur!

28–02–2018
Nusret KEBAPÇI