28 Haziran 2017 Çarşamba

ZEKİ KENTEL "MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA TÜRKİYE VE KIZILELMA"

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA TÜRKİYE VE KIZILELMA
Medeniyetler Çatışması'nda, Şark Meselesi'nde, Çar Nikola'nın sıcak denizlerinde, İngiltere"nin sömürge yolunda, ABD dünya hegemonyasında Ortadoğu'da Türkiye ne  yapacak?
ÇAR NİKOLA, KIRIM VE AKDENİZ
Rusya’nın kuruluşundan bu yana güneye sarkmak amacı vardır. Bu amaç Türklerle çatışmaktadır. Bu arzu doğrultusunda ise üç politika izlemektedir: 
1-Doğu Anadolu Politikası 
2-Balkanlar Politikası 
3-Boğazlar Politikası 
Rusya hem Çarlık döneminde hem de Ekim 1917 devrimi sonrası geçtiği Sovyetler döneminde bu üç  politikanın icrasına uğraşmış halen de bu yolda ilerlemektedir. Boğazlar’ı evinin anahtarı, Balkanları Slav ırklarının özyurdu olarak gören Rusya, her faaliyetinde Osmanlı’nın ve Türklerin zayıf bir anını kollamış ve bu yönde politikalarını  hayata geçirmeye çaba vermiştir.
İNGİLTERE SÖMÜRGE YOLLARI
Sömürge yolları üzerinde bulunan Orta Doğu ve Osmanlı Devleti’nin durumu İngilter için önem kazanıyordu. Özellikle bu dönemde Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğünün korunması İngiliz menfaatlerine uygun düşüyordu. Çünkü İngiltere, Osmanlı Devleti’nin varlığı ve devamını, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinde önemli bir engel olarak görüyor ve böylelikle İngiltere İmparatorluk Yolunun bu devlet tarafından tehdit edilmesini ve hatta kesilmesini önlemeyi planlıyordu.     
PAYLAŞIM SAVAŞLARI          
Dünya Savaşları’nın gerçek nedeni: kitaplarda yazıldığı gibi : “Avusturya tahtının veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi”, veya sömürgecilik, sömürgelerden pay kapma arzusu değildir. Gerçek neden: Bugünlerde yeni yeni dillendirilen: “Medeniyetler Çatışması”dır.
İngiltere, Fransa ve Rusya: Osmanlı Devleti’ni, “Şark Meselesi” kapsamında, I. Ve II. Balkan Savaşları ile Avrupa’dan atarak, (Asya’ya) Anadolu Çanağına sürecek; bunun arkasından, (Araplarla ilişkisi kesilerek) Mezopotamya’dan çıkaracaktır.
“Araplar arkamızdan vurdu!” İddiası da bu çerçevede, bir İngiliz-Fransız propagandası olarak değerlendirilmelidir. Osmanlıya ihanet eden bir Arap aşireti olmasına rağmen büyük  kitle bu  suçlamanın muhatabı değildir. Yeni devleti  kurarken İngilizleri bu gerçekleri ile ve doğru tanıyabilseydik,  I. Dünya Savaşı’ndan bugüne bu kadar kazık yemez, bu tuzaklara düşmezdik.
MEDENİYETLER ÇATIŞMASI
1989 yılında Gorbaçov ile sosyalist sistemin çökmesinde yeni dünya  düzeni  denilen bir süreç başladı..Bu sürecin 4 temel ayağı vardı.
1. Küreselleşme, 
2. Medeniyetler çatışması, 
3. Bölgesel ittifaklar, 
4. Tek süper güç (ABD)
ABD'li fikir adamı Samuel Huntington başta olmak üzere, Brezinski, Fukiyama ve Bernard Levis gibi bilim adamlarının kafa yorduğu bir teori var. Medeniyetler canlı organizmalar gibidir. Doğarlar büyürler, ölürler. Bu akıbet batı medeniyeti için de mukadderdir. Bütün mesele Batı medeniyetinin ömrünü nasıl uzatabiliriz  konusuna kilitlenmiştir.
Bu konuda çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. En çok rağbet gören ise Huntington’a ait  medeniyetler çatışması olmuştur. Ona göre rakibi olmayan ve mutlak gücü  elinde tutan bir medeniyet kendi içerisinde durağanlaşmaya ve zamanla gerilemeye başlar. Bir mücadele alanı bulur veya kendisine  bir rakip olursa onunla mücadele ederek kendini yeniler ve dinamizm kazanır bu da onun ömrünü uzatır.
Böyle bir rakip medeniyet için Çin, Hint, Latin Japon gibi ihtimalleri sıraladıktan sonra bunların hiçbirinin Batı Medeniyeti için rakip olamayacağını çünkü materyalist yapılarından dolayı zaten batı medeniyeti ile benzeştiklerini söyler.  Geriye bir tek İslam medeniyeti kalıyor. Doğal olarak yeni rakip İslam medeniyeti  olacaktır. Bunun zaten tarihi temelleri vardır ve böyle bir mücadele alanı açmak zor değildir. Böylece adına şark meselesi denilen ve neredeyse bin yıldır batının kavga halinde olduğu İslam dünyasına karşı yeni bir haçlı seferi başlatmak mümkün olacaktır.
Gücüne çok güvenen batı bu kavgadan mutlak surette galip çıkacağından emindir. Yendiği rakibinin hükmettiği bakir hammadde kaynaklarını ve enerji yollarını da bu mutlak zaferden sonra dilediği gibi tasarruf etme hakkına sahip olacaktır.
Şunu öncelikle bilmek gerekir ki batıda planlar mikro ve makro hedefler doğrulusunda yapılır. Makro hedefler için fikir ve fiil aşamaları bazen 10 bazen 20 yıl veya daha fazla sürebilir. İlerisi için konulan hedefler doğrultusunda mikro hedefler konur ve plan yoluna girer.
İleride İslam dünyasına yönelik başlayacak operasyonlarda öncelikle Müslümanların zayıf düşürülmesi gerekmektedir. Bunun  için  1980 yılında Irak İran savaşı çıkarılır. Bu savaş bitmesin diye her iki tarafa da el altından bol miktarda silah satılır.
Görünüşte İran’a silah ambargosu vardır ama ABD el altından buraya devamlı silah satmaktadır. Bir taşla birden çok kuş vurulmuştur. Hem Müslümanların birbirini imha etmesi  sağlanmış, hem onların milli kaynakları silah karşılığı ellerinden alınmış, hem de ileride İslam dünyasına yönelik olarak başlayacak saldırılarda Müslümanların dermanı tüketilmiştir…
Bir yandan el altından İran’a silah satan batı, öbür yandan Saddam canavarına dilediği kadar konvansiyonel, kimyasal ve biyolojik silahı satmış bunların da parasını fazlasıyla Irak’tan almıştır. Bu silahlar da zaten Müslümanların öldürülmesinde kullanılmıştır.
1988 yılında bu savaş bitti. Savaş boyunca Saddam’ı silaha boğan batı bu savaş bitince başka bir savaşın hazırlıklarına  başladı. Bağdad’ta bulunan ABD elçisi Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya teşvik etti ve böyle bir savaşta ABD’nin tarafsız kalacağını belirtti.
Bu tablo Saddam’ı Kuveyt’i kolayca yutabileceği bir ortam oluşturdu. 1991 yılında Saddam Kuveyt’e saldırdı. ABD ve ortakları hemen harekete geçtiler. Uluslararası bir koalisyon kurdular ve Saddam’a Kuveyt’i boşalt ültimatomu verdiler.  Saddam’ın tamam çekiliyorum dediğini hiç duyan olmadı. Çünkü dünya medyası hep Saddam’ın meydan okuduğunu yazdı. Bu savaşa maalesef Türkiye de katıldı. Rahmetli Özal’a Musul havucu gösterdiler. O da inandı. Biz de Irak’a kuzeyden cephe açtık. Irak ordusu ikiye bölününce müttefik kuvvetler kolay bir zafer kazandılar. Irak’ı fiilen üçe böldüler, ama nedense Saddam’a ilişmediler.
Çünkü sonraki planlarda ona verilen roller vardı. Savaşın sonunda Madrid konferansı toplandı. Olaya taraf olan 27 ülke çağrıldı. Türkiye çağrılmadı. İkinci derecede aktif rol aldığımız ve 100 milyar dolara yakın kayba uğradığımız bir savaşın sonuçlarını konuşmaya çağrılmıyorduk. Özal’ın buna çok canı sıkıldı. ABD tarafından limon gibi sıkılıp atıldığını fark etti. O tarihten sonra da ABD’ye tavır aldı. Bu da onun sonu oldu.
Dönemin ABD dışişleri Bakanına Türkiye’nin barış masasına niye çağrılmadığı soruldu. Verdiği cevap tarihe geçti.  “Türkiye Oltadaki Balıktır Yem İstemez”. Türkiye  kendi içinde irtica,  darbeler vb. iç dertleri ile boğuşuyordu.  ...  Orada  "our boys" lara  güven vardı. 
TÜRKİYE NE YAPIYOR?  NE YAPACAK?
Türkiye'nin, doğrudan ABD ya da Rusya ile çatışmaya sürüklenmekten kaçınarak kendi çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan gelişmelere kapasite ve imkânları ölçüsünde müdahale etmekten başka seçeneği kalmıyor. Türkiye'nin çıkarlarına tehdit oluşturacak adımları atan aktörlerin birbirleri arasındaki rekabet ise Ankara'ya, taktik iş birliklerine girmek suretiyle kendi kapasitesinin sınırlarının ötesinde etki doğurma fırsatı verecektir.
Bu çerçevede, bazı alanlarda çıkar çatışması yaşıyor olsak da, yeri geldiğinde ABD, Rusya ve hatta İran'la geçici iş birliği ve ittifaklara hazır olmalıyız. Bu taktik iş birliği ve ittifaklarda hiçbir ülkenin kategorik olarak dışarıda bırakılmaması uluslararası ilişkilerin doğası gereğidir ve Türkiye'nin çıkarları açısından önemlidir.
"VATAN NE TÜRKİYE'DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN, BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN."
Kızıl Elma, Türklüğün varlık destanında Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya düşleri simgeleyen bir ifadedir Kızıl Elma. Türk milliyetçiliğinin önemli sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için bir hedefi ve amacı simgeler.
Türkçenin tarih düştüğü (Divan-ı Lügati't Türk) Kaşgar'ı ve Mahmut'u,  Astronom-Hükümdar Uluğ Bey ve Bilim Şehri SEMERKAND hiç  unutulur mu?  Cengiz Han'ın torunu Kubilay Han, bütün Çin'i idaresi almış büyük bir Türk imparatorudur.
Türkülerimiz Yemen’den Belgrad’a, Buhara’dan Cezayir’e, Halep’ten Kırım’a, Basra’dan Lehistan’a kadar uzanan muhteşem bir gönül yolculuğu yapar. Biz ise bugün yolda kaybolmadan bu yolculuğu yapabilecek durumda değiliz.
İstanbul ile Şam’ı, Ankara ile Basra’yı, İzmir ile Şiraz’ı, Edirne ile Buhara’yı, Çanakkale ile Girit’i, Antalya ile Kırım’ı, Edirne ile Tebriz’i bugün aynı coğrafyada   düşünemiyoruz?
Estergon Kal’ası su başı durak çok mu uzak, yoksa yakında mıdır? Her yürekte bir Estergon yok mudur? Eğri Kal’ası Estergon’un ne yanına düşer? Osman Paşa Plevne’den çıkmaz da, sen çıkar mısın?
Kırım’dan gelirim adım Sinan'dır. Bugün Selanik’te sala okunacak kaç tane cami kaldı, hiç dert edindin mi?  Acaba Manastır’ın ortasında yine bir havuz, bir çeşme, bir pınar ve bir dere var mıdır?  Alişimin kaşları kare. Görmedim hiç ah civan Alişimi Tuna boyunda.
Debreli Hasan martiniyle iki kurşun da 15 Temmuz hainlerine atsaydı da  meydanlardaki dostları da dinleseydi. 
Aşık Garip. İşte geldim gidiyorum. Şen olasın Halep şehri. Çok ekmeğin tuzun yedim. Helal eyle Halep şehri......    Halep ağlarken Antep gülebilir mi?  Tebriz’de her bahar güller açar mı yine, Tiflis’te akşam ezanı okunur mu, yoksa ‘Garip’ mi kalmıştır!  
Bey babası Şam’dan gelen Bayburtlu bebek kimdi, babası Şam’da ne yapar, ne ederdi? Acaba, onun torunu, Şam’dan gelen misafir mülteci komşusuyla Erzurum’a gider gibi, yine gidebilecek mi Şam’a? 
ÂŞIK'A BAĞDAT SORULMAZ!  
GENÇ OSMAN O KAPIYI NASIL AÇTI?...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder