Medeniyetler
Çatışması'nda, Şark Meselesi'nde, Çar Nikola'nın sıcak denizlerinde,
İngiltere"nin sömürge yolunda, ABD dünya hegemonyasında Ortadoğu'da
Türkiye ne yapacak?
ÇAR NİKOLA, KIRIM VE AKDENİZ
Rusya’nın
kuruluşundan bu yana güneye sarkmak amacı vardır. Bu amaç Türklerle
çatışmaktadır. Bu arzu doğrultusunda ise üç politika izlemektedir:
1-Doğu Anadolu Politikası
2-Balkanlar Politikası
3-Boğazlar Politikası
Rusya hem Çarlık
döneminde hem de Ekim 1917 devrimi sonrası geçtiği Sovyetler döneminde bu
üç politikanın icrasına uğraşmış halen de bu yolda ilerlemektedir.
Boğazlar’ı evinin anahtarı, Balkanları Slav ırklarının özyurdu olarak
gören Rusya, her faaliyetinde Osmanlı’nın ve Türklerin zayıf bir
anını kollamış ve bu yönde politikalarını hayata geçirmeye çaba
vermiştir.
İNGİLTERE SÖMÜRGE YOLLARI
Sömürge yolları
üzerinde bulunan Orta Doğu ve Osmanlı Devleti’nin durumu İngilter için önem
kazanıyordu. Özellikle bu dönemde Osmanlı Devleti’nin bağımsızlık ve toprak
bütünlüğünün korunması İngiliz menfaatlerine uygun düşüyordu. Çünkü İngiltere,
Osmanlı Devleti’nin varlığı ve devamını, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinde önemli
bir engel olarak görüyor ve böylelikle İngiltere İmparatorluk Yolunun bu devlet
tarafından tehdit edilmesini ve hatta kesilmesini önlemeyi
planlıyordu.
PAYLAŞIM
SAVAŞLARI
Dünya
Savaşları’nın gerçek nedeni: kitaplarda yazıldığı gibi : “Avusturya tahtının
veliahdı Arşidük Franz Ferdinand’ın 28 Haziran 1914’te Gavrilo Princip adında
bir Sırp milliyetçisi tarafından Saraybosna’da öldürülmesi”, veya sömürgecilik,
sömürgelerden pay kapma arzusu değildir. Gerçek neden: Bugünlerde yeni yeni
dillendirilen: “Medeniyetler Çatışması”dır.
İngiltere,
Fransa ve Rusya: Osmanlı Devleti’ni, “Şark Meselesi” kapsamında, I. Ve II.
Balkan Savaşları ile Avrupa’dan atarak, (Asya’ya) Anadolu Çanağına sürecek;
bunun arkasından, (Araplarla ilişkisi kesilerek) Mezopotamya’dan çıkaracaktır.
“Araplar
arkamızdan vurdu!” İddiası da bu çerçevede, bir İngiliz-Fransız propagandası
olarak değerlendirilmelidir. Osmanlıya ihanet eden bir Arap aşireti
olmasına rağmen büyük kitle bu suçlamanın muhatabı değildir. Yeni
devleti kurarken İngilizleri bu gerçekleri ile ve doğru
tanıyabilseydik, I. Dünya Savaşı’ndan bugüne bu kadar kazık yemez,
bu tuzaklara düşmezdik.
1989 yılında
Gorbaçov ile sosyalist sistemin çökmesinde yeni dünya düzeni
denilen bir süreç başladı..Bu sürecin 4 temel ayağı vardı.
1. Küreselleşme,
1. Küreselleşme,
2. Medeniyetler
çatışması,
3. Bölgesel ittifaklar,
4. Tek süper güç (ABD)
ABD'li fikir
adamı Samuel Huntington başta olmak üzere, Brezinski, Fukiyama ve Bernard
Levis gibi bilim adamlarının kafa yorduğu bir teori var. Medeniyetler
canlı organizmalar gibidir. Doğarlar büyürler, ölürler. Bu akıbet batı
medeniyeti için de mukadderdir. Bütün mesele Batı medeniyetinin ömrünü
nasıl uzatabiliriz konusuna kilitlenmiştir.
Bu konuda
çeşitli teoriler ortaya atılmıştır. En çok rağbet gören ise Huntington’a
ait medeniyetler çatışması olmuştur. Ona göre rakibi olmayan ve
mutlak gücü elinde tutan bir medeniyet kendi içerisinde
durağanlaşmaya ve zamanla gerilemeye başlar. Bir mücadele alanı bulur veya
kendisine bir rakip olursa onunla mücadele ederek kendini yeniler ve
dinamizm kazanır bu da onun ömrünü uzatır.
Böyle bir rakip
medeniyet için Çin, Hint, Latin Japon gibi ihtimalleri sıraladıktan sonra
bunların hiçbirinin Batı Medeniyeti için rakip olamayacağını çünkü
materyalist yapılarından dolayı zaten batı medeniyeti ile benzeştiklerini
söyler. Geriye bir tek İslam medeniyeti kalıyor. Doğal olarak yeni
rakip İslam medeniyeti olacaktır. Bunun zaten tarihi temelleri vardır ve
böyle bir mücadele alanı açmak zor değildir. Böylece adına şark meselesi
denilen ve neredeyse bin yıldır batının kavga halinde olduğu İslam dünyasına
karşı yeni bir haçlı seferi başlatmak mümkün olacaktır.
Gücüne çok
güvenen batı bu kavgadan mutlak surette galip çıkacağından emindir.
Yendiği rakibinin hükmettiği bakir hammadde kaynaklarını ve enerji
yollarını da bu mutlak zaferden sonra dilediği gibi tasarruf etme hakkına
sahip olacaktır.
Şunu öncelikle
bilmek gerekir ki batıda planlar mikro ve makro hedefler doğrulusunda
yapılır. Makro hedefler için fikir ve fiil aşamaları bazen 10 bazen 20 yıl
veya daha fazla sürebilir. İlerisi için konulan hedefler doğrultusunda mikro
hedefler konur ve plan yoluna girer.
İleride İslam
dünyasına yönelik başlayacak operasyonlarda öncelikle Müslümanların zayıf
düşürülmesi gerekmektedir. Bunun için 1980 yılında Irak İran savaşı
çıkarılır. Bu savaş bitmesin diye her iki tarafa da el altından bol
miktarda silah satılır.
Görünüşte İran’a
silah ambargosu vardır ama ABD el altından buraya devamlı silah
satmaktadır. Bir taşla birden çok kuş vurulmuştur. Hem Müslümanların
birbirini imha etmesi sağlanmış, hem onların milli kaynakları silah
karşılığı ellerinden alınmış, hem de ileride İslam dünyasına yönelik
olarak başlayacak saldırılarda Müslümanların dermanı tüketilmiştir…
Bir yandan el
altından İran’a silah satan batı, öbür yandan Saddam canavarına dilediği
kadar konvansiyonel, kimyasal ve biyolojik silahı satmış bunların da
parasını fazlasıyla Irak’tan almıştır. Bu silahlar da zaten Müslümanların
öldürülmesinde kullanılmıştır.
1988 yılında bu
savaş bitti. Savaş boyunca Saddam’ı silaha boğan batı bu savaş bitince
başka bir savaşın hazırlıklarına başladı. Bağdad’ta bulunan ABD elçisi
Saddam’ı Kuveyt’e saldırmaya teşvik etti ve böyle bir savaşta ABD’nin
tarafsız kalacağını belirtti.
Bu tablo
Saddam’ı Kuveyt’i kolayca yutabileceği bir ortam oluşturdu. 1991 yılında
Saddam Kuveyt’e saldırdı. ABD ve ortakları hemen harekete geçtiler.
Uluslararası bir koalisyon kurdular ve Saddam’a Kuveyt’i boşalt ültimatomu
verdiler. Saddam’ın tamam çekiliyorum dediğini hiç duyan olmadı.
Çünkü dünya medyası hep Saddam’ın meydan okuduğunu yazdı. Bu savaşa
maalesef Türkiye de katıldı. Rahmetli Özal’a Musul havucu gösterdiler. O
da inandı. Biz de Irak’a kuzeyden cephe açtık. Irak ordusu ikiye bölününce
müttefik kuvvetler kolay bir zafer kazandılar. Irak’ı fiilen üçe böldüler,
ama nedense Saddam’a ilişmediler.
Çünkü sonraki
planlarda ona verilen roller vardı. Savaşın sonunda Madrid konferansı
toplandı. Olaya taraf olan 27 ülke çağrıldı. Türkiye çağrılmadı. İkinci
derecede aktif rol aldığımız ve 100 milyar dolara yakın kayba uğradığımız
bir savaşın sonuçlarını konuşmaya çağrılmıyorduk. Özal’ın buna çok
canı sıkıldı. ABD tarafından limon gibi sıkılıp atıldığını fark etti. O
tarihten sonra da ABD’ye tavır aldı. Bu da onun sonu oldu.
Dönemin ABD
dışişleri Bakanına Türkiye’nin barış masasına niye çağrılmadığı soruldu.
Verdiği cevap tarihe geçti. “Türkiye Oltadaki Balıktır Yem İstemez”.
Türkiye kendi içinde irtica, darbeler vb. iç dertleri ile
boğuşuyordu. ... Orada "our boys" lara güven
vardı.
TÜRKİYE NE YAPIYOR? NE YAPACAK?
Türkiye'nin,
doğrudan ABD ya da Rusya ile çatışmaya sürüklenmekten kaçınarak kendi
çıkarlarına doğrudan tehdit oluşturan gelişmelere kapasite ve imkânları
ölçüsünde müdahale etmekten başka seçeneği kalmıyor. Türkiye'nin
çıkarlarına tehdit oluşturacak adımları atan aktörlerin birbirleri arasındaki
rekabet ise Ankara'ya, taktik iş birliklerine girmek suretiyle kendi
kapasitesinin sınırlarının ötesinde etki doğurma fırsatı verecektir.
Bu çerçevede,
bazı alanlarda çıkar çatışması yaşıyor olsak da, yeri geldiğinde ABD, Rusya ve
hatta İran'la geçici iş birliği ve ittifaklara hazır olmalıyız. Bu taktik
iş birliği ve ittifaklarda hiçbir ülkenin kategorik olarak dışarıda
bırakılmaması uluslararası ilişkilerin doğası gereğidir ve Türkiye'nin
çıkarları açısından önemlidir.
"VATAN NE TÜRKİYE'DİR TÜRKLERE NE
TÜRKİSTAN VATAN, BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN."
Kızıl Elma,
Türklüğün varlık destanında Türkler ve de özellikle Oğuz Türkleri için üzerinde
düşünüldükçe uzaklaşan ancak uzaklaştığı oranda cazibesi artan ülküler veya
düşleri simgeleyen bir ifadedir Kızıl Elma. Türk milliyetçiliğinin önemli
sembollerinden birisi olan Kızıl Elma imgesi, Türk devletleri için
bir hedefi ve amacı simgeler.
Türkçenin tarih
düştüğü (Divan-ı Lügati't Türk) Kaşgar'ı ve Mahmut'u, Astronom-Hükümdar Uluğ
Bey ve Bilim Şehri SEMERKAND hiç unutulur mu? Cengiz
Han'ın torunu Kubilay Han, bütün Çin'i idaresi almış büyük bir Türk
imparatorudur.
Türkülerimiz
Yemen’den Belgrad’a, Buhara’dan Cezayir’e, Halep’ten Kırım’a, Basra’dan
Lehistan’a kadar uzanan muhteşem bir gönül yolculuğu yapar. Biz ise bugün yolda
kaybolmadan bu yolculuğu yapabilecek durumda değiliz.
İstanbul ile
Şam’ı, Ankara ile Basra’yı, İzmir ile Şiraz’ı, Edirne ile Buhara’yı, Çanakkale
ile Girit’i, Antalya ile Kırım’ı, Edirne ile Tebriz’i bugün aynı
coğrafyada düşünemiyoruz?
Estergon Kal’ası
su başı durak çok mu uzak, yoksa yakında mıdır? Her yürekte bir Estergon yok
mudur? Eğri Kal’ası Estergon’un ne yanına düşer? Osman Paşa Plevne’den
çıkmaz da, sen çıkar mısın?
Kırım’dan
gelirim adım Sinan'dır. Bugün Selanik’te sala okunacak kaç tane cami kaldı, hiç
dert edindin mi? Acaba Manastır’ın ortasında yine bir havuz, bir çeşme,
bir pınar ve bir dere var mıdır? Alişimin kaşları
kare. Görmedim hiç ah civan Alişimi Tuna boyunda.
Debreli Hasan
martiniyle iki kurşun da 15 Temmuz hainlerine atsaydı da meydanlardaki
dostları da dinleseydi.
Aşık Garip. İşte
geldim gidiyorum. Şen olasın Halep şehri. Çok ekmeğin tuzun yedim. Helal
eyle Halep şehri...... Halep ağlarken Antep gülebilir
mi? Tebriz’de her bahar güller açar mı yine, Tiflis’te akşam ezanı okunur
mu, yoksa ‘Garip’ mi kalmıştır!
Bey babası
Şam’dan gelen Bayburtlu bebek kimdi, babası Şam’da ne yapar, ne ederdi? Acaba,
onun torunu, Şam’dan gelen misafir mülteci komşusuyla Erzurum’a gider gibi,
yine gidebilecek mi Şam’a?
ÂŞIK'A BAĞDAT SORULMAZ!
GENÇ OSMAN O KAPIYI NASIL AÇTI?...
GENÇ OSMAN O KAPIYI NASIL AÇTI?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder