DOST DOST DİYE
NİCE NİCESİNE SARILDIM;
BEYHUDE
DOLANDIM BOŞA YORULDUM
Yazımızın başlığındaki dizeler, ünlü ozan Aşık Veysel
Şatıroğlu'na ait, "Benim Sadık Yarim Kara Topraktır" adlı şiirinden
alınmadır. Şiirin tamamını okumanızı salık veririm, ne dersler var görün
isterim.
Bu hafta Rusya ve İsrail'le ilişkilerin normalleşmesine
yönelik varılan mutabakatı yazmayı planlamıştım, öyle de yapıyorum. Ancak dün
gece sevgili dostum Muhsin Divan'ın sosyal medya hesabındaki "Damdaki
Kemancı" başlıklı paylaşımı da ilham verdi bana. Sizler Muhsin Divan'ı
Televizyonlardaki ödüllü yarışma programlarında yüz milyarlarca lirayı götüren
ve bir dönem Kanal D'de yayınlanan Takip programında tüm yarışmacılarla tek
başına yarışan, kimsenin yenemediği ve her soruyu bilen adam olarak bilirsiniz.
Oysa benim için Adalet Partisi Gençlik Kollarından yetişmiş, Üsküdar Gençlik
Kolları başkanlığı ve DYP İstanbul il başkanlığı yapmış, özgürlükçü, idealist
bir demokrat, okuyan, yazan, fikir üreten donanımlı bir entelektüel
siyasetçidir.
Sayın Divan yazısında Rusya ve İsrail'in bölge için
öneminden, sevseniz de sevmeseniz de düşmanlığının değil dostluğunun ülke
yararına olacağından söz ediyor. Sayın Divan yazısının sonunda bir de ironi
yaparak, Damdaki Kemancı (Anatevka) adlı müzikalin başkahramanı Rus Yahudisi
Sütçü Teyve'nin hiç de kötü biri olmadığını söylüyor.
Osmanlıdan bu yana Ruslarla yıldızımız hiç barışmamıştır.
Hele Bolşevik devriminden sonra ülkemiz için tam bir tehdit unsuru haline gelmiştir.
Buna rağmen, Kurtuluş Savaşında çizdiği emperyalizme karşı direnen bir ulus
imajıyla Türkiye yedi düvelle savaşırken Sovyet tehdidinden korunmayı
becermiştir. Elbette bunda Mustafa Kemal'in askeri dehasının yanında siyasi
dehası da rol oynamıştır. En yakın dostlarına Komünist Partisini kurdurarak
Mustafa Suphi ve arkadaşlarını devre dışı bırakmış, Ruslarla irtibatı kendi
kontrolünde tutmuştur. İzmir İktisat kongresinde kontrollü bir liberal ekonomi
modeli benimsenmesine kadar da hep dost kalmış, sonrasında ise mesafeli bir
dostluk sürmüştür. Türkiye taşıdığı rejim ihracı ve soğuk savaş yıllarının
gerginliği dışında bu mesafeyi hep korumuştur.
Yahudi toplumu ise Türkiye'ye karşı ne birinci dünya
savaşında ne de Kurtuluş Savaşında düşmanlık beslememiştir. 500 yıl önce
engizisyondan kaçan ve kendilerine kucak açan, yurt veren Osmanlı'ya ve
Türklere sadık kalmışlardır. Ermeni ve Rum çeteleri, hatta bir kısım Müslüman
Araplar ve Filistinliler bizi arkadan hançerlerken Yahudi ve Katolik Levanten
cemaatler hep dost kalmışlardır. Dahası Nazi zulmünden kaçabilen Alman Yahudisi
bazı bilim adamları İsmet Paşanın emriyle Marsilya Başkonsolosumuzun (Coca Cola
dünya başkanı Muhtar Kent'in dedesi) verdiği Pasaportlarla Türkiye'ye gelmişler
bir kısmı İTÜ'de Türkiye'nin en iyi mühendislerini yetiştirmişlerdir. Bunların
bir kısmı Türkiye'de kalmış bir kısmı da İsrail Devletinin kurulmasıyla bu
ülkeye göçmüşlerdir. İsrail devleti 1948 de kurulmuş 1949 da Türkiye ilk
tanıyan ülkeler arasında yer almıştır. Menderes Hükümetinin Bağdat Paktının
kurulmasına öncülük etmesinden sonra aramız biraz limonileşmiş ancak dostluk
devam etmiştir. Ta ki, İsrail'in Batı Şeria'yı ve Suriye'nin Golan tepelerini
işgaline Sina'ya girmesine dek. Bu tarihten sonra ise diplomatik ilişkiler en alt
düzeye inmiştir.
Aslında Yahudi toplumu ile Türklerin arasında hiçbir
düşmanlık oluşmamıştır. Manisa Yahudilerinden Moris Şinasi'nin doğduğu kente
armağan ettiği hastane yıllar boyu Manisalılara hizmet etmiş halen de Philip
Morris vakfı desteğinin sürdüğü söylenmektedir.
***
İki ülke arasındaki gerginliğin artmasına Türkiye'de ve
İsrail'de konunun iç politika malzemesi olarak kullanılması sebep olmuştur. Bir
taraftan devrimci Filistin halkıyla dayanışma iddiasında olan aşırı sol
örgütler ile Müslüman kardeşliği iddiasında olan radikal dinci ve siyasal
İslamcı güçler siyaset kurumunu da etkilemiş, 1973 sonrasında kurulan
Ecevit-Erbakan Hükümetinde gerginlik iyice artmıştır. AKP iktidarı bu
gerginliği iç politika malzemesi olarak kullanmayı dozajı artırarak sürdürmüş,
van minut senaryoları ve Mavi Marmara olayları ile zirveye taşımıştır. Ancak bu
politikalar ne Ortadoğu'ya barışı getirmiş ne de Türkiye'nin bölgedeki lider
konumunu güçlendirmeye yaramıştır. Aksine Ortadoğu kan gölüne dönmüş, ülkeler
parçalanmaya yüz tutmuş, Türkiye'nin bölgedeki etkisi sıfıra inmiştir.
Dün Türkiye hem İsrail ile ilişkileri normalleştirecek
mutabakata imza attı hem de Sayın Cumhurbaşkanı resmi olarak Rusya'dan özür
anlamına gelecek sözler sarf etti. Zaten Kenya seyahati öncesinde Adnan
Menderes havaalanında verdiği demeçte bir pilotun hatası bir ülkeye mal
edilemez mealinde sözler sarf etmişti. Halbuki olaydan sonra hiçbir şekilde
hata kabul etmemiş, sınır ihlal edildi, angajman kurallarının gereğini yaptık
demişti. İsrail ile benim olduğum yerde asla normalleşme olamaz diyordu. Bugün
söylenenler ve imzalanan mutabakat AKP'nin dış politikasının iflası anlamına
geliyor.
Diplomaside büyük söz söylememek en doğrusudur. Yarın geri
alacağın sözleri ise asla sarf etmeyeceksin, bazen hiç konuşmamak alt
düzeydekileri konuşturmak çok daha iyidir. Yoksa ülkemin itibarı zedelenir. AKP
iktidarı hem İsrail hem de Rusya konusunda 180 derece dönüş yapmıştır. Her iki
ülkeyle de ilişkilerin normalleşmesi elbette yanlış değildir, doğrudur ancak
keşke daha önce bugünler hesap edilerek konuşulsaydı.
Rusya krizinin ekonomimize maliyeti milyarlarca dolardır.
Tarlada kalan domates, biber, patlıcan, sebze meyve, kapanan, Haziran ayı
sonuna gelmemize rağmen henüz sezon açmayan tesisler, boş şezlonglar bunu çok
da güzel yansıtıyor. Ya İsrail ile olanlar? Türkiye Ortadoğu'daki etkinliğini
tamamen kaybetmiş, güneydoğu sınırındaki tehditler artmıştır. Ne İsa'ya ne de
Musa'ya yaranabilir haldedir. Yarın Esat'la da barışılırsa şaşmamak lazımdır.
Bunları gördükçe insanın aklına kahya ile ağanın hikayesi geliyor.
Bilenler bilmeyenlere anlatır.
Bugünkü durumumuzu ise Veysel söylüyor: DOST DOST DİYE NİCE
NİCESİNE SARILDIM; BEYHUDE DOLANDIM BOŞA YORULDUM. Kalın sağlıcakla.